Yaşlanma en çok 44'üncü ve 60'ıncı yaşlarda hızlanıyor
Saygın bilim dergisi Nature’da yayımlanan bir çalışmaya göre yaşlanmanın kırılma noktası yaşlar belirlendi.

Oksijen gazetesi yazarı Ayşegül Çoruhlu’nun bugünkü yazısına göre, 44 ve 60 yaşlarında yaşlanmada bazı ortak parametreler ve moleküler belirteçler hızla bozulma eğilimi gösteriyor.
İşte o yazı:
Bu çalışma bize yaşlanmanın düz bir grafikte artarak ilerlemediğini, bu yaşlarda yaşlanma hızında artış olduğunu kanıtlıyor. Bu hafta bu çalışmaya dayanarak, çalışma sonuçlarına göre vücudumuzda bu yaşlarda en çok nelerin hızla bozulduğunu anlatacağım.
Yaşlanma, kardiyovasküler hastalıklar, diyabet, nörodejenerasyon ve kanser dahil çeşitli hastalıklarla güçlü şekilde ilişkili, fizyolojik değişiklikleri içeren, karmaşık bir süreçtir. Yaşlanmayla ilgili hastalıkların yaşla orantılı şekilde artmadığı yaygın olarak kabul ediliyor. Bu hastalıkların riski insan ömrü boyunca belirli noktalarda hızlanıyor. Örneğin ABD’de kardiyovasküler hastalıkların (ateroskleroz, felç ve miyokard enfarktüsü) yaygınlığı 40 ile 59 yaşları arasında yaklaşık yüzde 40 iken, 60 ile 79 yaşları arasında yaklaşık yüzde 75’e yükselir ve 80 yaş üstü bireylerde yüzde 86’ya ulaşır. Benzer şekilde, yine ABD’de Parkinson ve Alzheimer gibi nörodejeneratif hastalıkların yaygınlığı, yaş ilerledikçe artan bir eğilim gösterir ve belirgin dönüm noktaları sırasıyla 40 ve 65’tir.
Yaşlanmanın altında yatan moleküler değişiklikleri anlamak ve yaşlanmayla ilişkili hastalıklar için tedavi hedefleri belirlemek, sağlıklı yaşam süresini artırmak için çok önemli. Birçok çalışma yaşlanma sırasında doğrusal değişiklikleri incelemiş olsa da yaşlanmayla ilişkili hastalıkların yaygınlığı ve ölüm riski belirli zaman noktalarından sonra hızlanır ve bu da bazı moleküler değişiklikleri incelemenin önemini gösterir.
Bu çalışma 25 ile 75 yaşları arasındaki 108 katılımcıdan oluşan bir grupta yapılmış. Katılımcılar ABD Kaliforniya’dan. 6.8 yıllık maksimum takip süresiyle birlikte ortalama 1.7 yıllık bir süre boyunca takip edilmişler. Sonuçlar analiz edilince, yaklaşık 44 ve 60 yıllık kronolojik yaşta iki önemli düzensizlik meydana geldiği görülüyor. Bu dönemlerle ilişkili değişen moleküller ve metabolik yollar da tanımlanıyor.
Katılımcıların biyolojik örneklerinden metabolizma parametreleri, sitokinler, klinik laboratuvar testleri, lipitler, dışkı mikrobiyomu, cilt mikrobiyomu, oral mikrobiyom ve nazal mikrobiyom dahil olmak üzere çeşitli veri türleri toplanmış. Dikkat çekici şekilde, birçok moleküler belirteç ve biyolojik yol, yaşlanma süreci boyunca doğrusal olmayan bir desen sergiliyor.
44 YAŞTA NE OLUYOR?
Çalışmaya göre 44 yaş civarında, kafein ve alkol detoksifiye etmenin yavaşladığı görülüyor. Yine bu yaşlarda lipit metabolizmasında bir bozulma, özellikle doymamış lipitler üzerinde bir değişiklik gözleniyor.
60 YAŞTA NE OLUYOR?
60 yaş civarında bağışıklık sisteminde farklılık görülüyor.
Yine 60 yaş civarı karbonhidrat metabolizmasında bozukluklar ortaya çıkıyor.
Klinik laboratuvar testlerinde kan üre azotu ve serum/plazma glikozunun yaşla birlikte önemli ölçüde arttığı görülüyor. Bu da böbrek fonksiyonunda bir düşüş ve yaşla birlikte tip 2 diyabet riskinde artış olduğunu ve kritik eşiğin yaklaşık 60 yaşında meydana geldiğini gösteriyor.
Ayrıca oksidatif stresle ilişkili bir modül belirlendi. Bu, oksidatif stresi yaşlanma sürecine bağlayan önceki çalışmalarla tutarlı bir sonuç.
Yine trombositler üzerinden pıhtılaşmaya yatkınlık artışı belirlendi.
Peki bu kapsamlı çalışmadan ne anlamalıyız? Bazı yaşlarda sağlığımızı daha çok dikkate almalı, genel kont-rollerimizi sıklaştırmalıyız. Ama ben yorum da eklemek isterim. 44 yaşından sonra kahve ve alkol kullanımını sınırlamalıyız.
Lipit metabolizması bozuklukları açısından kardiyolojik kontroller yaptırmalıyız. Doymamış yağ alımını (balık-zeytinyağı-Omega 3) rutinimize eklemeliyiz.
60’lı yaşlar ikinci güçlü check-up zamanı. Kalp, böbrek ve şeker hastalığı açısından risklerimizi azaltmalıyız. Bana göre daima öyle yapmalıyız ama en geç bu yaştan itibaren sanki şeker hastasıymış gibi beslenmeliyiz.
Oksidatif stresi azaltmak için antioksidan içeren bitkisel bazlı beslenmeye ağırlık vermeliyiz. Yaşlanma hızı hem tespit edilebilir hem değiştirilebilir. Longevity bilimi bu amaç üzerine çalışır. Özellikle tespit etmek, tek parametreyle yaşı ölçmek imkansızdır. Bu çalışmada olduğu gibi çok fazla biyolojik örnek alınarak hesaplama yapmak gerekir. Bu çalışmada 135 bin 239 biyolojik örnek alınmış. Ancak bu tip çalışmaların sonuçlarını beklemek yerine, yukarıda da anlaşılacağı üzere zaten temel doğrulardan gitmekte yarar var.
Kiloyu ideal tutmak, uyku düzenini oturtmak gibi.
Bu çalışmada otofaji sürecine de dikkat çekiliyor (Otofaji, eski hücrelerin vücutça yok edilmesi). Bunun günlük hayatımızdaki karşılığı egzersiz ve akşam açlığıyla otofajiyi artırmak. Yani yemek kadar yememek de önemli.
Yaşlanmaya bir birikim olarak bakmalıyız. Her yaptığımız olumsuz davranış bu hızı artırıyor. Eğer sizin ilk yaşlanma kırılmalarınız 44 yerine 38’de, ikinci kırılma 60 yerine 50’de oluyorsa bu zaten sizin ortalamadan daha hızlı yaşlandığınızı gösterir. Amaç bu çalışmadaki sıradan ortalama kişilerden daha geç yaşlarda bu kırılmalara girmek. Bilimin amacı ise sizi oradan da geri çevirmek.
Yaşlanma yavaşlatan destekler konusu açılırsa, elbette tüm hastalıklardan en yüksek olasılıkla koruyan D vitamini ile başlamalısınız. Omega-3 desteği, antioksidan besinler sıraya eklenebilir. Yurtdışında ‘sirtuin genlerinin’ aktivitesini artırmak için resveratrol ve NAD üzerine çalışmalar var. Sirtuin genleri uzun yaşam genleri olarak bilinir. Her iki molekül de bunları aktive eder. Resveratrol için tüm mor renkli yiyecekleri listeye ekleriz. NAD için ise ilk kural akşam açlığı ve egzersizdir. Ürün olarak, lipozomal resveratrol ve NAD öncülü (NAD ağızdan alınmaz) NR önerilir.
Yaşlanmanın moleküler tespiti ve yaşlanma yavaşlatan farklı yaklaşımları içeren tüm çalışmaları yakından takip edip paylaşmaya devam edeceğim.
patronlardunyasi.com