Prof. Dr. Osman Müftüoğlu uzun ve kaliteli yaşamın kitabını yazdı

Prof. Dr. Osman Müftüoğlu uzun ve kaliteli yaşamın kitabını yazdı

Prof. Dr. Osman Müftüoğlu, yeni çıkan kitabı ‘Geç Kalma Genç Kal’ ile ilgili konuştu: “Ömrümüz uzuyor ama o ömürdeki yaşam kalitemiz uzamıyor. Süreye değil kaliteye odaklanmalıyız."

Prof. Dr. Osman Müftüoğlu uzun ve kaliteli yaşamın kitabını yazdı
16px
24px
25.10.2024 09:46Güncelleme: 25.10.2024 18:13
ABONE OLgoogle

Hürriyet gazetesi yazarı, Prof. Dr. Osman Müftüoğlu, Doğan Kitap'tan çıkan yeni kitabı 'Geç Kalma Genç Kal' ile ilgili Oksijen gazetesinden İlke Gürsoy'a açıklamalarda bulundu. 

Röportajdaki sorulardan ve cevaplardan bazıları şöyle:

40 yılı aşkın bir hekimlik deneyiminiz var. Ama bu kitapta, bunca deneyimin ardından sizi heyecanlandıran bir şey olduğu hissediliyor. Bir sağlıklı yaşam devriminden söz ediyorsunuz. Nereye doğru adım atmak üzereyiz şu anda?

Bir yolun başlangıcındayız. İnsanlık tarihinin hiçbir bölümünde görülmedik bir hızla ömür uzaması bonusuyla karşı karşıyayız. Her 10 yılda bir ortalama ömür süremizin 2-2.5 yıl arttığı hesaplanıyor. Türkiye’de 1924’te 52-54 yıl olan ortalama yaşam süresi bugün kadınlarda 80 yıla yaklaşıyor, erkeklerde 77 yıl. Bu heyecanlı bir başlangıç ama burada temel sorun şu: Yaşlılığın getirdiği ve 20 yıl öncesine kadar farkına varmadığımız yeni sorunlarla mücadele etmemiz lazım. Bu mücadeleyi yapmazsak başımız fena halde belaya girecek.

14 YIL HASTANE KUYRUKLARINDA GEÇİYOR

Ne gibi yeni sorunlar?

Kronik hastalıklar. 1900’lü yıllara geldiğimizde ABD’de insanlar ortalama 47-48 yıl yaşıyordu, bunun 45 yılını net sağlıklı geçiriyordu. Bir enfeksiyon nedeniyle de dünyaya veda ediyordu. Bugün ise ömrümüz uzuyor ama o yaşam kalitemiz uzamıyor. Yani “health span” dediğimiz sağlıklı yaşam süremizle “life span” dediğimiz ömür süremiz aynı değil. Bu süre açıldıkça da “bonus” dediğimiz yılları aslında rezalet içinde yaşama şanssızlığıyla da karşı karşıyayız. Yeni amaç, “health span” ile “life span” eşitliğine yaklaşmak. Türkiye’de şu anda insanların ortalama yaşı erkeklerde 77, kadınlarda 79-80. Ama sağlıklı yaşam süresi sadece 62-63 yıl yani 14 yılını hastane kuyruklarında, daha da kötüyse yoğun bakımlarda, bakımevlerinde sağlıksız olarak geçiriyorlar. Amerika’da bu süre daha uzun, 15 yıl. En şanslı ülkeler Güney Kore, Hong Kong ve Singapur. Orada 3-4 yıllık bir fark var arada.

Kitapta bu riske dikkat çekiyorsunuz: “Uzun ömürlü, ileri yaşlı ama hasta ve düşkün, hatta bakıma muhtaç insanların çoğaldığı yeni bir dünya düzeni ne getirecek? Süreye mi, kaliteye mi odaklanacağız?”

Oxford, Yale, Stanford gibi üniversitelerin çalışmaları şunu gösteriyor: Hem yaşlı hem hasta insanlar çoğalırsa bu kesimin ekonomik maliyeti toplumlara büyük yük getiriyor. 60 yaşını geçen her 100 Batılı insanın 60’ında şeker, tansiyon, kolesterol, felç gibi tek kronik hastalıklar var. 80’ini geçenlerin ise ortalama dört hastalığı var. Bu şu demek: 80 yıl, 90 yıl yaşadığı için diye sevindiğimiz o yaşlıya bakmak, ilaç masraflarını, hastane masraflarını, sağlık giderlerini ödemek gibi bir toplumsal yük altına gireceksiniz. Çok daha büyük bir tehlike var: Toplum yaşlandıkça doğum oranı da düşüyor. Doğum oranı düşünce yeni işe giren azalıyor ve o yaşlı toplumu finanse edecek iş gücü oluşturulamıyor. Bu oran normalde 4 kişinin işe girmesi, 1 kişinin emekli olması şeklinde hesaplanıyor. Şu anda Türkiye’de bu rakam 1.5’a falan düştü, 1.4 olduğu konuşuluyor. Avrupa’da daha da çok farklı değil.

LONGEVİTY MUCİZESİ

Kitabınızın alt başlıklarından biri de “Longevity mucizesi”. “Önümüzde açılan harika bir yol” olarak tanımlıyorsunuz longevity’yi…

Longevity uzun ömür vaadi değildir, ömrünüzü sağlıklı tamamlama vaadidir. Ve bunun için de öncelikle doğal araçları kullanmaktır. Bu doğal araçların içinde şefkat var, hoşgörü var, kibirden uzaklık var, naziklik var. Ama aynı zamanda zerdeçal var, zencefil var, ıspanak var, domates var, biber var, patlıcan var. Yani hayatın içindeki doğal şeyleri tespit etmek var. Yani sağlığı anlaşılabilir ve kullanılabilir parametrelere indirmemiz lazım. Longevity’nin bir ayağı da sağlıklı yaşam davranış kalıpları içinde topluma hem kılıcı hem havucu göstermek. Sadece kılıçla (korkutarak) olmaz, havuç da göstermemiz (kazançları anlatmak) lazım. O zaman insanlar onu daha kolay yapıyor. Yani önümüzde yeni ve uzun bir yol var. Bu yeni yolu bonus olarak kullanmak da, ceza olarak yaşamak da bizim elimizde. İşin esnası o. Ben bonus olarak yaşanabilmesinin mümkün olduğunu düşünüyorum ve kitapta da temelde bunu paylaşmaya çalıştım. Kitapta bir sürü bilge insanın biriktirdiği bilgileri özetleyip, toparlayıp insanlara sundum.

Stanford Üniversitesi’nde yeni bir çalışma yayımlandı. Yaşlanmanın hızlandığı iki mühim dönem var: İlki 40-45 yaş aralığı, ikincisi 60-65 yaş aralığı. Oysa 40-60 aralığı insanın en hızlı koştuğu dönem. Türkiye’nin şu andaki meselesi temel sağlık hizmetleri değildir. Artık yeteri kadar hastanemiz var. Yatakları dolu değil ama randevular dolu. Niye? 60 yaşındaki bir insanın şekeri de var, tansiyonu da var, gözünde de problem var, ortopedik problemi de var, romatizma problemi de var. Bir giriyor e-devlet’e, 20 ayrı yerden randevu alıyor. Kendine bakamamış, bu ona öğretilmemiş.

• Toplumun neredeyse üçte biri insülin direnci problemiyle karşı karşıya. Bu nedenle birinci plan mutlaka mümkünse yemekten 30 dakika sonra 30 dakika yürümek olmalı. “Egzersiz yapamıyorum” diyen kişinin yapacağı en büyük hayat tarzı değişimi yemeklerinden 30 dakika sonra 30 dakika yürümek. Hem kilo hem de şeker kontrolü sağlar, vücuda daha fazla performans imkanı verir.

• Artık sadece aerobik egzersiz işe yaramıyor. Mutlaka güç egzersizi. ağırlık egzersizi yapın. Yürürken elinize bir kilo, iki kilo ağırlık alın. Ağırlık taşımak, kavramak, güç harcamak çok önemli bir egzersiz ayrıntısı. Kas kaybını önlemek istiyorsanız mutlaka ağırlık çalışması yapmak zorundasınız. Mümkünse haftada en az iki defa, en az 20 dakika ağırlık veya direnç çalışması yapmak, olabiliyorsa bunu haftada 3’e veya 4’e çıkarmak önemli.

ÖMRÜMÜZ UZADI AMA YAŞAM KALİTEMİZ ONA PARALEL DÜZELMEDİ

Hep “Herkes hasta, salgın var” cümlesini duyuyoruz. Gerçekten eskisine göre daha fazla mı hastalanıyoruz yoksa Covid’den sonra algı mı değişti?

Çok daha fazla hastalanıyoruz. Bir kere kronik hastalıklar daha fazla çünkü ömrümüz uzadı ama yaşam kalitemiz ona paralel düzelmedi. İkincisi, enfeksiyon hastalıkları çok arttı. Pandemide kırsalda yaşayanlardan çok şehirde yaşayanlar ve yaşlılar öldü. Çok kalabalığız. Şehirlere yığıldık ve kalabalık ortamlarda virüslerin, mikrobik hastalıkların yayılması muazzam bir sürat kazanıyor. Toplum hiç bu kadar bir yerden bir yere seyahat etmiyordu. Herkesin evine veya mahallesine veya apartmanına her gün dışarıdan birisi geliyor. Ya memleketten bir tanıdığı, ya da yurtdışında okuyan çocuğu geliyor. Herkes de taşıdığı bütün o mikrobiyomuyla beraber gidiyor. Örneğin, THY’nin Hong Kong’dan gelip Mardin’e gidecek uçağının koltuklarına elinizi koyduğunuzda orada mikrobun olduğunu bilin.

45 YILLIK HEKİMİM, BU KADAR ÇOK GENÇ OBEZ GÖRMEDİM

“Erken” kabul edilen ölümlerin sayısı da artıyor gibi. Ve bu ölümlerin hemen arkasından “aşılar yüzünden” propagandası başlıyor. Gerçeklik payı olabilir mi?

Hayır, kesinlikle ilgisi yok. Niye çok fazla pıhtı olayı görüyoruz? Covid’in etkisi var ama şundan: Covid nedeniyle evde otururken hepimiz çok yedik, çok hareketsiz kaldık ve depresyona girdik. Toplum fazla kilo aldıkça; kalp-damar hastalıklarına, felçlere, kalp krizlerine eğilimli insanlar çoğaldıkça pıhtı çoğalacak. 45 yıldır hekimlik yaparım, bu kadar çok genç obez görmedim. Göbek meselesi bir toplumsal sağlık göstergesidir.

Sağlıklı bir yaşam sürme çabasına 30’lardan itibaren başlamak gerektiğini vurguluyorsunuz. Peki 60’ına gelen biri bunun için geç mi kaldı artık?

Hayır ama mesele şu: İnsanın ömrünün üç evresi var. 0-30 yaş evresinde doğuyoruz, büyüyoruz, eğitiliyoruz, meslek sahibi oluyoruz. 30-60 yaş evresinde para kazanıyoruz, ev-araba alıyoruz, evleniyoruz, çocuk büyütüyoruz falan. 60’a girince “ben bittim, emekli olacağım” deyip biriktirdiklerimizle, yetiştirdiklerimizin bize bakmayı sağlayacaklarını düşünüyoruz. Artık bu üç evreli, üç fazlı hayat bitti. Artık 60’dan sonra önümüzde bir 40 yıl daha var. Dolayısıyla 4-5-6 fazlı ömre geçmeniz lazım. Emekli olmadan hemen önce yeni bir meslek edinmek ve bunu o yaşta yapılabilir hale sokmak mesela… Dil öğren… Yeni bir enstrüman çalmayı öğren, bir müzisyen olmayı düşün. Zaten artık para kazanmak için kas gücünden çok tecrübe gücü ve beyin teri lazım. Alın terinin yerini beyin teri aldı. Beyni çalıştırınca da beyin eskimiyor. Aynı kas gibi. Kullanmadığın beyin seni terk ediyor.

5P TIBBI

“5P tıbbı” diye yeni bir kavram var. Bu kavramı bütün doktorlara, ezberletmek zorundayız.

1) “Personal” yani kişisel… Her hastalık her insanda farklı ortaya çıkabilir. Kişisel bakınca o insanın duygularını, ekonomik gücünü, genetiğini, sosyal yapısını, nereden gelip nereye gittiğini, yaşını, psikolojisini vb dikkate alırsınız ve bambaşka bir tedavi kalbi oluşturabilirsiniz.
2) “Preventive” yani önleyici… Ben ne yaparım da hastalığı tedavi etmek yerine bu kişiyi hasta olmaktan korurum… Nasıl bir beslenme,
3) “Prediktif” yani öngörebilen… Ben bir hekim olarak bu veri bolluğuyla çalışıyorsam sizinle bazı şeyleri önceden tahmin edebilmem lazım. Sizin genetik mirasınıza, yaşam tarzınıza bakarak bir sonuca varabilmeliyim.
4) “Proactive” yani ön alacak şekilde… Beklemeden harekete geçmemiz lazım.
5) Participatory yani katılımcı… Baştaki dört P’yi başarabilmem için de en önemlisi bu. Karşımızdaki hastayı da işe ortak etmem lazım. Benim söylediklerimi yapman birinci görevim. Çünkü yaşam tarzını değiştirmezsen ilaç alır durursun ama sonuç alamayız.

patronlardunyasi.com

E-Bülten Aboneliği
İş, Ekonomi ve Cemiyet hayatının özel gündemi Patronlar Dünyası'nda... Günlük E-Bülten'imize abone olun, Patronlar Dünyası ayrıcalıklarını yaşayın.
Patronlar Dünyası ile Bir Adım Önde