149 yıl önce büyük Osmanlı alimi Cevdet Paşa, mutlu evlilik ve ailenin formülünü vermişti
Türkiye'de evlenme oranları ve doğurganlık hızının azalmasına önlem olarak 2025 yılı Aile Yılı ilan edilirken Cumhurbaşkanı Erdoğan, Aile Yılı'na ilişkin uygulamaları 13 Ocak'ta açıklayacak. Osmanlı tarihinin en büyük hukukçu, tarihçi, bilim adamlarından biri olan Vezir Ahmed Cevdet Paşa, İslam dinini merak eden iki Almana, 129 yıl önce yazdığı mektuplarda bir ailenin mutluluğu için yapılması gerekenleri de sıralamıştı.
Burak ARTUNER
Ahmed Cevdet Paşa, 1822’de Lofça’da doğmuştu. 17 yaşındayken yani 1839’da İstanbul’a gelen Ahmed Cevdet, ilk derslerine Fatih Camii’nde başladı. Hem dini yönden hem de bilim adamı olarak kendisini yetiştirdi. O kadar zeki ve yetenekli bir gençti ki kısa sürede yükselmeye başladı. 1848’de kürsüden ders verebilecek güce erişmişti. O sıralarda Mustafa Reşid Paşa sadrazam olmuştu. Tanzimat Fermanı’nın gerektirdiği yeni kanunları hazırlayıp, yürürlüğe koymak için aydın düşünceli, çağın gereklerini fark edebilen değerli bilim adamlarıyla çalışmak istiyordu. Mustafa Reşid Paşa’ya Şeyhülislâm Dairesi’nden Cevdet Efendi tavsiye edildi. Daha ilk görüşmelerinden sonra Mustafa Reşid Paşa ile büyük bir dostluğun temelini attılar. Cevdet Efendi, Mustafa Reşid Paşa’nın çocuklarına ders vermeye başladı. Mustafa Reşid Paşa’nın Cevdet Efendi’nin yetişmesinde büyük payı oldu.
DEV ESERLERİYLE ÖNEMLİ KATKI SUNDU
İnsanda hayretler uyandıran bir enerjiye ve çalışma gücüne sahip Cevdet Paşa, hukuk, tarih, din ve edebiyat sahalarında Mecelle, 12 ciltlik Tarih-i Cevdet, Tezâkir, Mâ’ruzat gibi dev eserler bırakmıştı. Devrinde İslâm dinini en iyi bilenlerden yorumlayanlardan birisiydi. Cevdet Paşa’nın Tanzimat devri tarihimizin belki en önemli kaynağı olan Tezâkir adlı büyük eserinin 40. ve sonuncu bölümünde, İslam dininin esaslarını açıklayan, iki önemli mektup vardır.
İKİ ALMANA MEKTUPLARINDAKİ MESAJLARI
Bu mektuplardan ilki Almanya İmparatorluğu’nun Bavyera krallığının Augsburg şehrinde gazeteci olan Dr. Vanmarhayden’e, ikincisi de Müslüman olmak isteyen “Schumann” adındaki diğer bir Alman’a yazılmıştı. Osmanlı toplumunda 149 yıl önce dinin nasıl anlaşıldığı, en yetkili ağızdan ifade edilmişti.
Cevdet Paşa, Schumann’a yazdığı mektubunda, 4 Eylül 1876 tarihli mektubu aldığından bahsediyor, bundan duyduğunu memnuniyeti dile getiriyordu. Müslüman olmak istediğini aktaran Alman’ı, “Hazret-i Muhammed’in dinine kabul olunmanız hususunda müsaade istemişsiniz. Cenâb-ı Hakk’ın hidâyetine mahzar olduğunuzdan dolayı zâtınızı tebrik ederim. Bu fâni dünyada sizin gibi malumat sahiplerinden bir yoldaş kazanmış olduğuma da memnunum” diye takdir ediyordu. Cevdet Paşa, devamında, İslam dininde rahiplik merasimi olmadığından söz açarak, “Bunun için, sizin İslâm dinine girmeniz hiç kimsenin kabulüne ihtiyaç göstermez. Bizim borcumuz ancak halka nasihat etmek ve bildiklerini öğretmektir” diyordu. Bir Müslümanın din ulemâsının vücuduna ne doğumda ne nikâhta, ne ibadette ne ölümde şart olmadığını anlatan Cevdet Paşa, İslam memleketlerinde seyahat eden Avrupalıların çoğunun bu gerçeği bilmediğini, Müslüman ulemasını papazlara benzeterek büyük bir yanlışa düştüklerini de yazdı.
RUHBAN SINIFI OLMAYIŞINA VURGU YAPTI
Bir Hıristiyan’ın dünyaya gelince vaftiz için papaza muhtaç olduğunu, günahlarını affettirmek için bir ruhaniye ihtiyacı olduğunu, nikahını bile ancak rahibin huzurunda yapabildiğini anlatan Cevdet Paşa, şunları yazıyordu:
“İslam dininde ise bu ihtiyaçlar tamamıyla bertaraf edilmiştir. Bizim cemiyetimizde ulemânın şeref ve imtiyazı, ancak ilmin ve adaletin şânına hizmet ettiklerinden dolayıdır. Halka bilmediklerini öğretirler. Adalet üzere hükmederler. İlmin şerefini ispata gerek yoktur. Bir Müslüman Çin’de bile olsa, oradan ilmi istemeye ve öğrenmeye mecburdur. Adalet ise, bizce en büyük ibadettir”
(…)
ADALETİN ÖNEMİNE İLİŞKİN AÇIKLAMALARI
Osmanlı devletinde adaletin emrine çok önem verildiğinden bahseden Cevdet Paşa, mahkemelerde iki tarafa kim olursa olsun, tarafsız yaklaşıldığından söz açtıktan sonra, “İşte milletimizin ulemâ sınıfının muhterem ve mümtaz olmasına sebep budur. Yoksa onların papazların ruhani sıfatına benzer dinimizde resmi bir sıfatları yoktur. Din ancak Allahü Ta’âlâ Hazretleri ile kulları arasında bir keyfiyettir . Onun için bizim vazifemiz sizin İslam dinini kabul ettiğinize şahadetten ibarettir. Ancak dinimize ait bazı hususlarda size mâlumat vermeye borçluyuz.” diyerek, bilgi aktarmaya başlıyordu.
Ahmed Cevdet Paşa’nın mektubu şöyle devam ediyordu:
“İslam dininin esası iki sözden ibarettir. Biri Cenâb-ı Hakk’ın birliğini, tek olduğunu tasdik etmektir ki, Arabça “Lâ İlâhe İll’Allaah” sözüyle edâ olunur. Diğeri Hazret-i Muhammed’in, Allah’ın resulü olduğunu tasdik etmektir ki bu da Arabça ‘Muhammeden Resul’Ullaah’ sözüyle edâ olunur. İlk söz, birden fazla ilâh olduğuna inanan müşriklerin itikadını reddeder. İkinci söz de Hazret-i Muhammed’in peygamberliğini inkâr edenlere karşıdır…Bu iki sözü kalben tasdik eden, yani Cenâb-ı Hakk’ın birliğine ve Hazret-i Muhammed’in peygamberliğine iman eden kimse, mümindir. Müslim dâhi olabilmesi için, bu iki sözü lisânen beyan etmesi kafidir. Yazısıyla beyan etmesi de kâfidir. Ammâ lisanen bu sözleri söyleyip de kalben inanmayanlara ‘münâfık’ denir ve münâfıklar, Allah’a kâfir olanlardan daha kötüdür. Kalbindeki inanışın aksini söylemek, insanlık haysiyetine yakışmaz. Bunun içindir ki bir adama Müslüman olması için baskı yapmak, dinimizde yasaktır. Zirâ, nasihat ve dine davet meşrudur; insanın mânevi saadetine hizmettir. Fakat cebren onu bir dine sokmak, sapıklık halinden daha kötü bir yola koymak demektir.”
POLİTİKA VE DİN AYRIMINA DİKKAT ÇEKTİ
Ahmet Cevdet Paşa, mektubunun bu bölümünde ise din ulemasının borcunun ancak nasihat etmek ve dini meseleleri bildirmek olduğunu anlatarak, insanları hidayete ulaştırmanın ancak Allah’ın işi olduğunu anlatırken, Yavuz Sultan Selim devrinde yaşanan bir hikayeyi şöyle aktarıyordu: “Yavuz Sultan Selim, her istediğini yapmaya muktedir, cihangir bir padişahtı. Bir ara Rumeli’nin bazı yerlerinde Hristiyan tebaasının fazla olduğuna canı sıkıldı ve bunları zorla Müslüman yapmayı düşündü. O vakit şeyhülislam olan ‘Zenbilli Ali Efendi’ diye tanınan Ali Cemâli Efendi, şöyle diyerek ruhsat vermedi: ‘Mâdem ki onlar, devletimizin tebaası olmayı kabul etmişlerdir, dinimize göre bunların can, ırz ve inanışlarını, bizimkiler gibi korumaya mecburuz. Bu yolda tebaa zorlanamaz. Dinimize muhaliftir.” Ahmed Cevdet Paşa, mektubunda o günlerde bazı politikacıların, Balkanlar’daki karışıklıklar üzerine Zenbilli Ali Efendi’nin bu fetvasının taassubun ürünü olduğunu eleştirerek, Yavuz Sultan Selim’in aslında haklı olduğundan bahsettiklerini anlattıktan sonra kendi yorumunu, “Halbuki politika, zamandan zamana değişir. Din ise pâyidardır. O günün icapları ile dinin esaslarını yerinden oynatmak caiz değildir. Bugün de Balkanlar’daki Hristiyan tebaalarımızın fesadına rağmen bir Sultan Selim olsa, dinimizce verilecek karşılık Ali Efendi’nin cevabından ibarettir” diyerek açıklıyordu. Ahmed Cevdet Paşa, İslam’ın belkemiğinin kelime-i şehadet, dört direğinin de namaz, oruç, zekât ve hac olduğunu anlattıktan sonra temizliğin İslâm’da ne kadar önemli olduğunu aktarmıştı.
NİKAHIN KERAMETLERİ
İslâm dininin hikmet ve maslahat üzerine kurulmuş bir düzen getirdiğini söyleyen Ahmed Cevdet Paşa, buna karşın bazı kimselerin, bazı İslâm kaidelerine itiraz ettiklerini ya da yanlış bilgi yüzünden en doğal şeyleri, doğaya aykırı göstermek istediklerinden bahsetmiş ve konuyu özellikle evlilik konusuna getirmişti. Nikahın erkek ile kadın arasında bir anlaşma olduğunu söyleyen Ahmed Cevdet Paşa, bunun iki şahit huzurunda yapılması gerektiğini anlattıktan sonra, “Nikah, basit bir muamelâttan sayılırsa da, diğer yönüyle bir ibadettir. Nefsini haramdan uzak tutmak ve çocuk büyütüp, terbiye etmek niyetiyle nikah, nafile ibadetlerden hayırlıdır ve sünnettir. Bedeni ve mâli kudreti olan kimseye bekar durmak caiz değildir. Hele şehvet galebesi ile zinâ gibi büyük bir günaha girmek korkusu olursa, nikâh vacip olur” diyordu.
EVLİLİKTE KADININ HAKLARI
Evlilik hukukuna uymanın, evlenilen kadını dövmekten sakınmanın şart olduğunu, bu noktada kendinden emin olmayan kişilere nikâhın asla caiz olmadığını söyleyen Ahmed Cevdet Paşa, “Zira zulüm kula ait bir günahtır. Allah affetmez, cezalandırır. Zinâ ise Allah’a karşı işlenmiş bir suçtur. Allah affedebilir. Bu iki hak taâruz ederse, kulun hakkı, Allah’a karşı işlenmiş günahtan üstündür. Her halde kadınlara iyi muamele etmek lâzımdır” diyordu.
İYİ BİR CİNSEL YAŞAM İÇİN ÖNERİLER
Nikâh akdi ile erkeğin eşinin üzerinde hakkı olduğundan bahseden Ahmed Cevdet Paşa, şu noktalara dikkat çekiyordu: “Lâkin zevcenin hürriyetine asla halel gelmez. Zevce kendi malını dilediği gibi tasarruf eder, alır, satar. Zevci ona müdahale edemez. Zevc ise zevcesi için lâzım olan mesken, yiyecek ve elbiseyi tedarike mecburdur. Hattâ uzak bir diyara gidecek olsa, birlikte gitmez için karısını zorlayamaz. Uzak diyara gittiği ve zevcesini, rızası dışında bile yerinde bıraktığı halde, nafakasını kesemez. Bir insanın âzâsından faydalanmaya alken ve hikmeten kimsenin hakkı olamaz iken Cenâb-ı Hak, bunu nikâh ile meşru kılmıştır. Binaenaleyh, nikâhın meşruiyyeti bir nimettir. Şu hâle göre boşanmak, nimete küfretmek demektir. Peygamberimiz: ‘Evleniniz, boşanmayınız; zira boşanma ile arş titrer’ buyurmuştur. Allah indinde boşanma, beğenilmeyecek bir haldir. Lâkin bazı tabii sebepler vardır ki boşanmayı icab ettirir ve dinen onay verilir. Meselâ nikâhtan iki maksat, nefsini haramdan korumak ve çocuk sahibi olmaktır. Bu iki maksattan biri yerine gelemezse, boşanmak caizdir. Koca ile karısı arasında ahlâkça uyuşmazlık olup da anlaşma olmayıp, aralarında tartışmalar çıksa, ikisinin akrabası tarafından birer hakem bulunur. Onlar aralarını bulurlarsa ne âlâ. Bulamazlarsa artık geçinemeyecekleri anlaşılacağından, ikisini bir arada tutmakta mânâ yoktur. Boşanabilirler.
KUDRETSİZ KOCA BOŞANMA SEBEBİDİR
Koca kudretsiz olduğu takdirde, kadın tarafından ona bir sene süre verilir. Bu müddet zarfında gene karısıyla cinsel ilişkiye giremezse, kadı tarafından nikâh fesh olunur. Zevceye, hayatının sonuna kadar kocası yanında, kocasız durmak için mecburiyet yüklenemez. Hattâ dünyadan el etek çeken dervişler bile, zevcesiyle cinsel ilişkiye girmeye mecburdur. Böyle târik-i dünyâlar bile, hiç olmazsa dört gecede bir gece zevcesiyle musâhabet etmelidir. Bu kadının hakkıdır. Bilakis erkek, fazla ilişki düşkünü olup da karısı bundan rahatsız olursa, kadının dayanacağından ziyade cimâ etmemek için kocasına kadı tarafından emir ve ilişkiye bir sınır tayin edilir. İkinci bir karı almak, pek güç bir haldir. Zira bu takdirde, koca, mesken, elbise, yiyecek ve muamelece iki zevcesini tatmin etmeye mecburdur. Bir gece birinin yanında yatarsa, bir gece dahi öbürünün yanında yatmalıdır. Buna riayet etmezse günahkâr olur. Her zevcenin dört gecede bir gece hakkını gözetmek, birden fazla karı almış adama şarttır. Bu suretle adalette kusur edecek olanlar, bir kadın ile yetinmelidir. Zaten İslâm cemiyetinde birden fazla zevcesi olanlar çok azdır. Hıristiyanlar içinde pek çok kız kocasız kalıyor. Ama İslâm cemiyetinde koca bulamayan kız azdır. Kız çirkin ve fakir de olsa genellikle kendisine bir koca bulur. (…) İslam dini, adalet ve hakkaniyete dayanır.”
patronlardunyasi.com