İngilizler 1831’de İstanbul’daki baloda Osmanlı devlet ricali, ‘mekruh’ denilen çatal-bıçaklı yemek ve dekolteli kadınlarla zorlu bir sınav verdi
Diyanet’in yılbaşı eğlencelerine katılmanın günah olduğuna dair açıklamaları tartışılırken, İstanbul’da düzenlenen ilk baloya katılan Osmanlı devlet adamlarının ‘mekruh’ kabul edilen çatal-bıçakla ve dekolteli kadınlar nedeniyle yaşadığı zorlu sınav aklıma geldi.
Burak ARTUNER
İngilizler, II. Mahmut döneminde Osmanlıların Batı'ya olan ilgisini fark etmişlerdi. 1831'de bir yaz günü parlak bir balo vermeyi düşündüler. Böylece Türkleri etkileyebileceklerdi. Ancak Osmanlıların İngiliz Sefareti'ne gelemeyeceğini düşünüyorlardı. Bunun için en uygun yerin bir gemi olacağına karar verdiler. Böylece davetliler daha rahat davranabileceklerdi. Blonde adlı firkateynin topları söküldü, dans için pist hazırlandı. Her yere halılar serildi, direkler rengarenk bayrak ve fenerlerle donatıldı. Sadrazamla devletin üst yönetimine altın yaldızlı mürekkeplerle yazılmış davetiyeler gönderildi.
Bu ilk balonun davetlileri arasında ilginç bir isim de vardı. Aslen İskoçyalı olan Sir Adolphus Slayt, bir İngiliz ailesindendi. Denizcilik okumuş ve İngiltere'de binbaşılığa kadar yükselmişti. Sonra Türklerin hizmetine girmişti. 1827'de Navarin Baskını'yla yakılıp yıkılan Türk donanmasının yeniden vücuda getirilmesinde önemli katkılar sağladı. Donanmada koramiralliğe kadar yükseldi. Kendisine Türk tarihinde "Müşavir Paşa" denildi.
Sir Adolphus Slayt yani Türkler’in taktığı adla Müşavir Paşa, İkinci Mahmut'tan sonra Abdülmecid devrini de gördü. Kırım Savaşı'nda Osmanlı, Fransız ve İngiliz kuvvetleriyle beraber Ruslara karşı savaşırken Müşavir Paşa, Kaptan Paşa ile beraber Kırım kıyılarındaydı. Tanzimat hareketlerini adım adım takip etti. Ölmeden önce hatıralarını kaleme aldı. 1831'de ikinci görev dönemine ait hatıralarının bir bölümünde, İngiliz Elçisi Sir P. Gordon'un Amiral gemisinde verdiği baloya Türk devlet adamlarının katılışını anlatmıştı.
İşte Müşavir Paşa'nın hatıralarından, Osmanlı'da Batılılaşma hareketinin başlangıcı sayılan Tanzimat'ın (yeniden düzenlemeler) ilanından 8 yıl önce bu baloda yaşananlar:
"Amiralin hareketinden sonra biz yani Beyoğlu'nda yaşayan Avrupa kolonisi, Osmanlı devlet adamlarını bu vakte kadar imparatorluğun tarihinde hiç eşi görülmemiş bir içtimai vaziyette görmekle hayretlere düştük. Bütün Türk devlet ricali de bu baloya resmen çağrılmıştı. Biz erkekler, Türklerin hiç görmedikleri, bilmedikleri bu içki, kadın, musiki ve dans muhitinde nasıl davranacaklarını anlamak istediğimizden muayyen akşamı merak ve sevinçle bekliyorduk; lakin davete katılacak Türk paşaları, efendileri bizim Avrupalı genç kadınlar üzerinde oldukça endişe verici bir tesir uyandırmıştı."
Bizim Avrupalı bayanlar, ‘Bizi baloya sırf Osmanlıları eğlendirmek için dans etmeye çağırıyorlar...’ tarzında söyleniyorlardı ki bu bizim nazik büyükelçi hakkında doğrudan doğruya bir haksız suçlamaydı, Avrupalı bayanlar, "Osmanlıların kadınlar hakkındaki telakkileri malum olduğu halde bizi de baloya çağırmak yakışıksızdı..." diyorlardı. Ne bileyim belki de haklıydılar. Ancak ne olursa olsun balo zamanı gelince bütün bu nazlar, itirazlar hep unutuldu. Davetli tüm madam ve matmazeller güle oynaya davete icabet ettiler. Osmanlı ricalinin baloda bulunabilmesi için bazı şartların yerine gelmesi gerekiyordu: İlk önce padişahın izin vermesi, sonra milli ve dini kayıtların bir şekilde bu toplantıya engel teşkil etmemesi. Padişah devlet adamlarının baloya gitmesine büyük bir memnuniyetle izin verdi. Hatta resmi durum uygun olsa kendisinin bile gelmekten hoşlanacağını nazikane bir şekilde bildirdi. Hıristiyanların kadın, içki, oyun kepazeliğiyle kendisini kirletmeye en güç razı olan zat Reis Efendi'ydi (Yani Hariciye Nazırı). Lakin kendisinden başka bütün vükelanın daveti kabul ettiklerini, zaten padişahın da öyle istediğini duyunca o da rıza göstermişti. (…)
Osmanlı devlet erkanı Haliç'te buluştu. Hiçbirinin yanında eşi yoktu. Çünkü Müslüman kadınların o devirde böyle bir davete katılması görülmüş şey değildi. Sandallarla gemiye gelen devlet erkanı üniformalı subaylar tarafından karşılandı. Akşam saat dokuzda Türkiye'nin en büyük ricali, üç tuğlu, iki tuğlu, tek tuğlu paşaları Blonde firkateyninin kıç tarafından İngiltere, Türkiye ve Rusya sancakları altında toplanmış bulunuyorlardı.
Bu toplantıda Türk bayrağının dostça bir temayülle Rus bandırası ile birleşmiş manzarası ve kıç kasarası üzerinde süslü ve büyük harflerle yazılmış "Sulh!.. Sulh!.." kelimeleri Türk devlet adamlarının yüreklerinde zehirli duygular uyandırmış olsa gerektir. Bununla beraber, buluşmada Türkler bu acı duygularını gösterecek tavırlarda bulunmadılar ve nezaketlerini, tabiliklerini korudular. Geminin kıç tarafına Türk heyetinin oturması için çok mükellef bir divan (sedir) konulmuştu. Her tarafa Keşmir şalları asılmış, serilmişti. Onların karşısında da bizim Avrupalı bayanların oturacakları sedir vardı, onlar burada şık ve zarif oturacaklar, karşılarındaki -o dört zevceli denilen- heybetli Türk paşalarının muayene ve tetkikinden geçeceklerdi. Zaten paşalar sedire şimdiden rahatça yerleşmişler, hatta bazıları daha fazla rahat etmek için kunduralarını çıkartıp, bağdaş bile kurmuşlar, kendi haremlerindeymiş gibi doğal davranıyorlardı.
VALSİN YARATTIĞI DUYGULAR
Kahveler, çaylar içildi sonra pruva ve grandi direkleri arasındaki sahada dans başladı. Mızıka pek güzeldi. Hafif bir rüzgâr geminin baş tarafına konulmuş çiçek sepetlerinden ve saksılarından güzel kokular getiriyordu. Osmanlılar, vals seyretmek için kıç tarafındaki sedirden kalktılar. Cübbeleri olmasa belki onlar da bu işe girişeceklerdi!
Misafirler arasında bulunan ihtiyar kapıcıbaşı zevk ve şevkinden kendinden geçmiş bir hâlde bana şöyle diyordu:
"Hayret edilecek şey!.. Elli yedi yıl yaşadım, böylesini ilk görüyorum... Bu baloyu gördükten sonra gözüm açık ölmeyeceğim."
Kaptan Paşa, şakacı ve ihtiyar kapıcıbaşı gibi değildi. O çok vakarlı ve tabii bulunuyordu. Elçi ve bazı büyük subaylarla ecarte (bir tür kumar) oynamaya oturdu ve kibarca parasını kaybetti. Öteki paşa kardeşi, yani ufak tefek, topal, sırtı eğilmiş kanlı Serasker Hüsrev Paşa, geçen bir ay esnasında İstanbul sokaklarında sıra sıra adam boğazlatan o başcellat da pek neşeli görünüyordu. Her şeye bakıyor, tetkik ediyor, çevresine iltifatlar ediyordu. (…)
KÖLELİKTEN PAŞALIĞA YÜKSELEN İSİM
Davetliler arasında Sultan Mahmut'un iki has adamı Silahtar Paşa ile katibi Mustafa Efendi de bulunuyordu ki bunların ikisi de otuz yaşlarında çok yakışıklı adamlardı. Silahtar Paşa esasen Girit'in Kandiye kasabasındandı. Mustafa Efendi ise çocukluğunda Göksu'da bir kahvehanede çıraklık eden bir Anadoluluydu. Padişah bir gün atla gezerken çocuğun çehresi ve zekası dikkatini çektiğinden Enderun'a aldırmıştı. Mustafa bundan sonra mizaç okşayan hareket ve kabiliyeti ile padişahın büsbütün güvenini kazanmıştı. Bu baloda davetli olan önemli şahsiyetlerden biri de Halil Paşa’ydı. Halil Paşa aynı zamanda kölelerin Türkiye'de çok kere mazhar oldukları büyük talih ve ikbalin bir örneğiydi. Esasen Çerkes olan Halil’i, gençliğinde Istanbul'da esir pazarından Hüsrev Paşa satın almıştı. Şurasını da söyleyelim ki Hüsrev Paşa Halil'i terbiye etti, kendi oğlu da bulunmadığından onu şarkta adet olduğu üzere kendisine ahret oğlu yaparak en yüksek devlet memuriyetlerine kadar çıkardı. Halil Paşa, Rusya Harbi'nde bir tümene komuta ediyordu.
1828 seferinde Köstence yakınında Rus süvarilerine karşı yaptığı bir hücumu ile becerisini ve kuvvetini göstermişti. Halil Paşa balonun verildiği sıralarda çok kıymetli hediyelerle Rusya çarına elçi olarak gitmek üzere bulunuyordu. Görevi kesin olan sulh şartlarını mümkün olduğunca yumuşatmaya çalışmaktı. (…)
İhtiyar Serasker Hüsrev Paşa, evlatlığının bu kadar yüksek mevkiye gelmesinden çok memnundu
KRAVAT TAKAN İLK TÜRK DE BALODAYDI
Baloda bu büyük yaşlı paşalarla maiyetlerinden başka bir takım binbaşılar, sırmalı elbiseler giymiş padişah yaverleri de vardı ki bunların arasında 'Türkiye sarayının Hamlet'i olan Avni Bey'i mutlaka saymalıyım. Avni Bey, İstanbul'un yukarı sınıfını saracak olan alafrangalığın tam bir aynasıydı.
Eğer başında bir fes olmayıp da açık olsaydı kendisini herkes hakikaten bir Frenk, Avrupalı zannederdi. Elbisesi çok güzel yapılmıştı ve Türkler içinde ilk Avrupa usulü boyunbağı kullanan tek adam Avni Bey olup bu boyunbağı da her zaman çok zarif bağlanmış bulunuyordu. Kunduraları, ipek çorapları da kendisine yaraşıyordu. Avni Bey'in alafrangalığa uyum göstermedeki mahareti ve hevesi padişahı memnun etmiş, İngiliz Elçisi Sir Robert Gordon İstanbul'a geldiği zaman mihmandar olarak Avni Bey tayin edilmişti.
Bu zat ilk defa olarak İngiliz elçisinin verdiği mühim, büyük bir ziyafette bulunduğu zaman bütün çevresinin kendisine büsbütün yabancı olmasına rağmen sofrada da salonda da mükemmel bir alışkanlık, doğallık ve nezaketle davranmış, tavrı latif, hoş ve terbiyesi mükemmel bulunmuştu. Bu hususta Avni Bey'e zaten Türk terbiye ve adabının temeli olan nefse hakimiyet, muhit ve yabancılık karşısında telaş ve hayret göstermemek, herkese saygı gibi hususların çok yardım ettiğine şüphe yoktur. Eğilmesi Türklerin vakarlı, saygılı duruşu ile Fransızların birdenbire ve pek şiddetli olan reveransları arasında pek biçimli bir şeydi. İyi bir muallimden birkaç ders görse son derece güzel dans edeceği de anlaşılıyordu. Ziyafet çok iyi ve eğlenceli devam etti. Zaten bu kadar çok yeniliği olan bir cemiyet elbette çok güzel ve enteresan olmaya adaydı.
Önce itirazlarda bulunan, hoşnutsuzluk göstermek isteyen güzel, şık Avrupalı bayanlar bile sakallı, bıyıklı yabancılar tarafından seyredilmeyi hoş bir latife kabul ettiler ve Osmanlıların takdirkar bakışları önünde güzelliklerini biraz saklamak yolunu da tutmadılar.
Yemek haber verildi, o zaman her büyük Osmanlı bir Avrupalı kadının koltuğunda aşağı güverteye indiler. Sofra oraya çok műkemmel bir şekilde kurulmuştu. Umumi manzara gerçekten muhteşemdi. Bıçaklar, gemici kılıçları, çatallar ve harp baltaları, kaşıklar ve top uskuncuları, kadehler, bardaklarla top tomarları, şişelerle toplar, peşkirlerle flamalar, parlak gözlerle parıldayan likör ve şaraplar hepsi geminin bu küçük sahasında birleşmiş olmakla beraber, öyle karışık bir manzara değil, birbirini tamamlayan, daha güzel gösteren bir ahenk içindeydi.
DANS EDEN KADINLARIN ÇENGİ VE DANSÖZ OLMADIĞINA İNANAMADILAR
Bundan daha neşeli, daha gürültülü bir ziyafet tasavvur olunamazdı. Avrupa hükümdarlarının şerefine içildi. Sonra herkes tekrar tekrar birbirinin şerefine içti. Türklerden bazılarının alışamadıkları içkileri fazla içmeleri yüzünden oldukça sarhoş olduklarını söylemeyi de unutmayalım. Kaptan Paşa'nın hazinedarı ve evvelce donanma bahsinde söylediğim gibi Şerefseran firkateyninin süvarisi olan Nuri Bey, kısmen edilen tekliflere dayanamayarak, kısmen de hoşuna gittiği için fazlaca içmişti. Nuri Bey bu sarhoşluk içinde çok güzel bir kadını işaretle bana bir iki söz de söyledi, ben onun bu hal ve düşüncesinden nihayetsiz bir zevk alarak yarı gülme, yarı ciddiyet içinde kendisine dans eden madamlarla çengi kızlar ve dansözler arasındaki büyük farkı anlatmaya çalışıyordum. Nuri, bütün bu sözlerime hiç de inanmadığını gösterir şekilde gülümseyerek, "Çok iyi, çok iyi... Öyle olsun. Hakkınız var, bu güzel kadınları sadece kendinize saklayabilirsiniz!" dedi. Doğrusunu söylemek lazım gelirse, kadınlarımızın dans şekillerini gören Türklerden başkaları da bizim saf ve ciddi dostumuz Nuri'nin fikrine düşmeleri, bize böyle büyük bir iftirada bulunmaları doğaldı. Kim bilir kaç gururlu, doğru düşünür Osmanlı efendisi bu gece, herkesin gözü önünde erkekler tarafından kucaklanmalarına izin veren kadınlara birlikte olma teklifinde bulunmanın hiç de ayıp olmayacağı düşüncesini akıllarından geçirmiştir."
Osmanlı Devlet erkanının katıldığı bu ilk balo, oldukça renkli ama aynı zamanda sıkıntılı geçmişti.
DEKOLTELİ KADINLAR, AÇIK BÜFE YEMEK VE ÇATAL-BIÇAK SIKINTISI
Dekolte kıyafetleri içinde dans eden kadınlar, Osmanlı heyetini utanç ve hayretten kıpkırmızı etmeye yetti. Bazıları ise günaha girmemek için başını başka tarafa çevirdi. Balo sırasında İngiliz sefir davetlilerini geminin bir köşesindeki açık büfeye götürdü. Büfenin önüne dizilip yemek yeme adeti olmayan devlet erkanı, yemeklerde domuz eti olabileceği şüphesiyle baktı. Heyeti ürküten bir başka konu, çatal bıçaktı. Çünkü inanışa göre çatal-bıçak mekruhtu (dinen yapılması hoş olmayan hareket). Ancak davetlileri izleyerek bunları kullandılar.
“DEVLET İŞİ OLDUĞU İÇİN GİTTİM”
Davete katılmayan Serasker Hüsrev Paşa, ertesi gün bilgi almak için davete giden Anadolu Kazaskeri Yahya Bey'in yanına gitti. Yahya Bey, baloyu yağlandıra ballandıra Hüsrev Paşa'ya şöyle anlattı:
"Balonun ne olduğunu öğrenmek için gittim. Az zamanda çok iyi hazırlanmışlar. Bize kalsa bir ayda hazırlanamazdık. Devlet işi olduğu için gittik. Çatal-bıçak gibi bazı mekruh şeyler de vardı."
patronlardunyasi.com