Hürriyet yazarı Prof. Dr. Osman Müftüoğlu: Yaşlılık zor zanaat

Hürriyet yazarı Prof. Dr. Osman Müftüoğlu: Yaşlılık zor zanaat

Yaşlılık, yaş alma halidir. Dünya Sağlık Örgütü, 65 yaşını geçmiş her bir bireyi ‘yaşlı’ olarak tanımlar. Peki gerçekten, yaşlılık zor zanaat mıdır?

Hürriyet yazarı Prof. Dr. Osman Müftüoğlu: Yaşlılık zor zanaat
16px
24px
04.07.2024 09:25Güncelleme: 04.07.2024 09:29
ABONE OLgoogle

Hürriyet yazarı Prof. Dr. Osman Müftüoğlu, bugünkü köşe yazısında yaşlılık ve longevity hakkında konuştu. İşte o yazı:

“Yaşlılık zor zanaat!” cümlesini önce çocukluğumda rahmetli dedem Süleyman Efendi’den sonraki yıllarda da rahmetli babam Abdullah Efendi’den çok sık ve üzülerek işittim.

Her ikisinin de yaşlılıkla ilişkili kronik bazı hastalıkları/sorunları vardı. Ve bu nedenle bana sorarsanız yakınmalarında hiç de haksız sayılmazlardı. Çünkü o yıllarda yaşlılık demek “baston” demekti. Yine o yıllarda yaşlılık demek “çay bardağı tabanı kadar kalın bir gözlük camı” ile yaşlılığa bağlı görme kaybını telafi etmeye çalışmakla aynı şeydi. O yıllarda yaşlılık aynı zamanda daha az duyup daha zor işitmekle adeta eşdeğerdi. Belleğin yaşlandıkça beyne yavaş yavaş veda etmesi ise son derece normal bir şeydi. Ve en az unutkanlık kadar, en az eklem ağrıları, en az derin bir yorgunluk hali gibi sorunlar kadar uyku kayıpları, hatta ruhsal çökkünlükler yaşlılığın ayrılmaz yol arkadaşları gibiydi. Özetle benim çocukluğumu yaşadığım 1960’lı 70’li yıllarda 60’lı yaşlara ulaşabilmiş hele hele 70’li yaşları tamamlamayı başarabildiyseniz mutlaka ama mutlaka “DAHA AZ” ve kesinlikle “DAHA EKSİK” tiniz. Peki, ya şimdi? Şimdi nasıl? Yaşlılık hâlâ zor bir zanaat mi? Bence değil.

İLK HEDEF: KRONİK HASTALIKLARLA MÜCADELE

Daha iyi yaşlanma alanına odaklanan bilim insanları/ longevistlerin amacı zannedildiğinin aksine sadece “ömrü uzatmak” değildir. Onların hedefi aynı zamanda canlılığı, biyolojiyi, beden ve ruh ilişkilerini geliştirmek ve yaşı ne olursa olsun her insanın yaşadığı çevreyle olan bağlantılarını olumlu yönde maksimize etmektir. “Bir longevist için” ömrü uzatmakla/life span o ömrü güçlü, sağlıklı, huzurlu, formda ve fit tutmak arasında ciddi farklar vardır. Dr. David A. Sinclair’in de ısrarla belirttiği gibi:

“Biz her ikisine de muktediriz ancak hayatları acı, hastalık, kırılganlık ve kısıtlı hareket etmeyle tanımlandıktan sonra insanları onlarca yıl daha fazla yaşatmanız ne erdemli ne de daha iyi bir davranış değildir.”

Bu nedenle yine Dr. David A. Sinclair’in üzerinde ısrarla durduğu gibi hepimizin amacı “asla daha uzun yıllar yaşamak ve ömür/zaman biriktirmek olmamalıdır. Biz daha aktif, sağlıklı, mutlu ve huzurlu bir yaşlılık dönemine odaklanmalıyız”

Özetle daha önce de hatırlattığım gibi ömür süresi/life span ile sağlıklı yaşam süresi/health span arasındaki bazen uçurum ölçüsüne varan ayrışmayı/kopmayı yok etmeli ve yarışı ikisinin aynı anda bitirmesinin yollarını aramalıyız. Görünen o ki “120 yıl” ulaşılamayacak bir hedef değildir. Hatta muhtemelen makul bir beklentiden ibarettir. Bütün mesele o süreyi sağlıkla, neşeyle, huzurla, dimdik ve ayakta taçlandırabilmek, life span ile health span’i kol kola götürerek ömrü tamamlayabilmektir. Bunun yolu da öncelikle kronik hastalıklarla (şeker hastalığı, kalp damar hastalığı, beyin damar hastalıkları, felçler, Alzheimer ve diğer bunamalar, kanserler, romatizmal hastalıklar...) mücadeleden geçiyor.

LONGEVISTLER NE YAPAR?

LongevIty yeni bir kavram. Longevist sözcüğü ise üretilmesinde muhtemelen benim de katkımın olduğu yeni bir tıbbi kimlik. Binlerce yıl kader olarak kabul ettiğimiz pek çok hastalığın aslında dış etkenler (örneğin mikroplar) ya da bedenimizde şu veya bu nedenle oluşan biyolojik bozuşmalar (kanserler, şeker hastalığı, Alzheimer...) sonucunda geliştiğini şimdi çok iyi öğrendik. Ama önemli ölçüde bilgi sahibi olmamıza rağmen bunların çoğu için önemli olan ama bizim nedenini/nedenlerini hâlâ yeterince bilmediğimiz ortak bir sorunumuz var: YAŞLANMAK!

Çok iyi biliyoruz ki “her şeyin bir nedeni veya nedenleri var” ve biz eğer onları doğru anlayıp, öğrenip, doğru çözümleyebilirsek yaşlılıkla ilgili sorunlar konusunda da daha etkili ve önemli adımlar atabileceğiz. Ama üzülerek belirteyim ki bu konudaki “BİLİMSEL MİYOPLUK SORUNUMUZU” hâlâ inatla sürdürenlerimiz var. Onlar “neden yaşlandığımızı” düşünmek yerine yaşlılığı bir hastalık olarak kabul ederek soruyu geçiştirmek niyetindeler. Kendi adıma net ve açık olarak belirteyim ki ben ve benim gibi düşünenlerin böyle bir yanlışa kapılma niyeti yok, hiç olmadı, asla olmayacak. İyi yaşlanma konusundaki başarılara da longevity alanına gönül vermiş bilim insanları ve hekimler imza atacak.

YAŞLILIK DEVRİMİNE HAZIR OLUN

Ne iyi ki son 30-40 yılda yaşlılıkla ilgili bilimsel alanlarda ve yaşlılığa bakış açılarımızda “DEVRİM NİTELİĞİNDE DEĞİŞİMLER” oldu. Yaşlılık bir “kayıplar, hastalıklar, doktor/hastane kapılarında sağlık sorunlarına çare aramalar” dönemi olmaktan çıkmaya “bir huzur, bir zarafet, bir bilgelik ve bir kendine has iyilik dönemi” olarak algılanma sürecine girdi, giriyor. Ve bu süreçte longevistlerin ve “yaşlılık bilimi/senecence” ile ilgilenen her çeşit uzmanlık alanının büyük katkıları var. Onların sayesinde muazzam gelişmelere imza atıldı, atılıyor. Olağanüstü mesafeler alındı, alınıyor. Adeta bir yaşlılık devrimi geliyor. Peki, nasıl? İşte bazı örnekler...

YAŞLILIK BİR HASTALIKLAR SENFONİSİ DEĞİLDİR

Senecence bilimcileri ve longevistlerin birbiri ardına başardığı yeni zaferlerden bazıları şunlar... “Epigenetik yaşlanma” kavramının bilimsel temelleri artık yerine oturmuş durumda. Genlere esir olmak yerine genleri yönetmek, terbiye etmek, kavramları giderek daha çok gündemde. İyi genleri (sirtüinler, AMPK) aktive edip kötü genleri (mTOR) susturmak ise neredeyse mümkün hale geldi. Yaşlılığın en büyük sorunları oldukları kesinleşen “inflamasyon/iltihaplanma, oksidasyon/paslanma, glikasyon/şekerlenme süreçlerinin” nasıl kontrol altına alınabileceği hakkında muazzam başarılara imza attık, atıyoruz. “Mitokondriyal yaşlanma, bağışıklık zayıflaması, metabolik düzendeki bozukluklar ve protein katlanmaları” gibi alanlarda da dev adımlar atıldı, inanılmaz çözümler üretildi ve üretiliyor. Kısacası geçtiğimiz 20-30 yılda yaşlılık “KONTROLSÜZ BİR YOK OLUŞ, ÖNLENMESİ İMKÂNSIZ BİR HASTALIKLAR KUYUSU, BİR BİTKİNLİK” yani dedem ve babamın dediği gibi “Zor bir zanaat” olmaktan hızla çıkmaya başladı. Longevity alanındaki ve senolitik tıptaki harika buluşlar sayesinde yaşlıların da orta yaşlarındaki gibi “dik, dinç, formda ve fit, neşeli, keyifli, bedenen ve ruhen sağlam olabilmeleri ve kalabilmeleri” imkân dahiline girdi. İsterseniz gelin tam da bu noktada bu başarılarda büyük payı olan senecence ve senolitik tıp kavramlarını yeniden hatırlayarak konuyu daha anlaşılır kılalım.

SENECENCE, SENOLİTİK TIP NEDİR?

Senecence bir hücrenin (dolayısıyla dokuların, organların, sistemlerin yani bizlerin) yaşlanması, yıpranması, enerjisini önemli ölçüde kaybedip fonksiyonlarının ilerleyici bir şekilde bozulmasıdır. Bütün bu biyolojik bozuşmaların sonucunda da yaşlanan ve yıpranan o hücrelerin yeteneklerin, güçleri, kuvvetleri, doğal marifetleri, kalıcı ve ilerleyici olarak azalmakta ve o hücre öncelikle de çoğalma yeteneklerini kaybetmektedir. Bütün bunların ortak neticesi ise hücresel döngülerin durması, hücrelerin bölünme yeteneklerinin imkânsız hale gelmesi, kendilerini yenileyememesi, daha da önemlisi bu yaşlı ve bitkin hücrelerin etraflarındaki genç hücrelere iltihaplanmayı tetikleyen zararlı kimyasallar (interlökinler) yayarak onların görevlerinin de aksamasına yol açmasıdır. Üstelik bu hücrelerin bazıları -ZOMBİ HÜCRELER- “ölmeyi de reddederek” birer canlı/yaşlı ve adeta yaşayan ölü hücrelere dönüşerek yaşlanma sürecimizi kötü yönde etkilemekte ve hızlandırmaktadır. Zaten bu nedenle de senolitik tıbbın temel hedeflerinden biri “ZOMBİ HÜCRELERLE MÜCADELE”dir. Senolitik tıp bu işi öncelikle doğal moleküllerle (soğandaki kuversetin, çilekteki fisetin, sarımsaktaki allisin, zerdeçaldaki kurkumin gibi) çözümleme yolunda önemli mesafeler almıştır. Spermidin’i, alfaketoglutarat’ı, ürolitin-A’yı ve benzeri doğal molekülleri kullanarak “ANTİ ZOMBİ TAKVİYELER” kullanmaya NR’nin NMN’nin NAD’nin inanılmaz marifetlerinden yararlanmaya çalışmaktadır. Diğer taraftan DNA üzerindeki metil etiketlerini okuyarak “epigenetik saat ve yaşı” da devreye sokabilmiş ve “epigenetik yeniden programlama” süreçlerinde önemli mesafeler almıştır.

Kısacası senolitik tıp meselesi oldukça derin ve kafa karıştırıcı olmasına rağmen her gün bir yenisi eklenen keşiflerle yine Dr. Sinclair’in deyimiyle:

“Biyolojik zamanı neyin ilerlettiğini, bizi nelerin kötü yaşlandırdığını ve yaşlanmaya bağlı sorunları, nasıl çözümleyip biyolojik zaman kayıplarımızı geri alacağımızı anlamanın eşiğindeyiz.”

Kısacası yolumuz ve önümüz açıktır.

patronlardunyasi.com

E-Bülten Aboneliği
İş, Ekonomi ve Cemiyet hayatının özel gündemi Patronlar Dünyası'nda... Günlük E-Bülten'imize abone olun, Patronlar Dünyası ayrıcalıklarını yaşayın.
Patronlar Dünyası ile Bir Adım Önde