Kültür-Sanat


Beyrut’ta büyüyen küçük bir çocuk olan Zozo, savaşa rağmen ailesi ve arkadaşlarıyla birlikte normal bir hayat sürdürmektedir. Fakat, bir gün inanılmaz bir trajedi yaşanır ve Zozo ailesinden ayrılıp kendi başının çaresine bakmak zorunda kalır. Tek umudu İsveç’e gidip, bilmediği, tamamen yabancısı olduğu bir ülkede kendine bir hayat kurmaktır.

FİLMİN ÖYKÜSÜ
Beyrut’ta, sivil savaşa rağmen ailesi, arkadaşları ve okul ile sıradan bir hayat süren Zozo, trajik bir olay neticesinde ailesini kaybeder. Artık, yaşam yolunda kendi yönünü bulmak zorundadır. Tek ümidi, kendisine yabancı ve bilinmeyen bir ülke olan İsveç’e akrabalarının yanına gitmektir.

“Jalla! Jalla!” ve “Kops” gibi başarılı komedi filmlerine imza atan Josef Fares, Zozo’da çok daha dramatik ve duygu yüklü bir hikâyeyi ele alırken, kendi mizah tarzını ve görsel anlatımını görkemli bir şekilde beyazperdeye aktarıyor.

JOSEF FARES’LE ZOZO HAKKINDA
>>Muhtemelen tamamen bitirene kadar bu filmin benim için ne kadar önemli olduğunu fark etmedim. Zozo çok uzun zamandır düşünü kurduğum ve yapmayı istediğim bir filmdi ve bu yüzden sanki ilk filmimmiş gibi hissettiriyor. Bu filmi neden yapmış olduğumu açıklayamam ama her zaman zaten kafamdaydı diyebilirim. Bugüne kadar yapmış olduğum her şeyden daha fazla kişisel çünkü kendi hayatımdan esinleniyor.

>>Zozo’yu yapmak için uzun süre beklemek zorunda kalacağımı sanıyordum. Yani, daha fazla tecrübe kazanana kadar. Bu arada Cool Guys’ı, Jalla! Jalla! ve Kops’u yaptım ve birkaç yılım daha olduğunu anladım. Daha sonra Anna (Anthony, yapımcı) bana “Biliyor musun bu vapuru kaçırabilirsin… hadi şimdi yapalım” dedi.

>>Daha önce baştan sona bir senaryoyu tek başıma yazmamıştım. Bu ilk oldu. İlk oldu çünkü bunu yapabilecek kadar tutkum ve heyecanlı, eğlenceli bir hikâyem vardı. Zozo’da kendime hiç sınır koymadım. Olabildiğince herşeyi algıladığım gibi yansıtmaya çalıştım. Hoşuma giden herşeyi hikâyeye yerleştirdim. Tavuğun konuşmayı başarması ya da Zozo’nun balkonda Tanrıyla konuşması gibi. Kendimi çok kolay bir şekilde mantığa kaptırıp ’”Wow, bu çok delice” diyebilirdim ama aklıma her ne gelirse yazdım ve oldukça da tatmin oldum.

BİR OTOBİYOGRAFİ Mİ?
>>Çok fazla bir şey yaratmak zorunda değildim. Olayları anımsamam ve perdeye yansıtmam yeterliydi. Tavuk gibi meselâ. Benim 8-9 yaşlarındayken konuştuğum bir tavuğum vardı. Ve bu çok travmatikti. Bir gün amcamlara gittik ve tavuğu birkaç horozla bırakmak zorunda kaldım. Ona karşı nazik olacaklarını ya da öyle bir şeyler düşünmüştüm. Ama geri döndüğümde onu öldürene kadar gagaladıklarını gördüm. Yaşadığım en kötü şeydi.

>>Zozo benim hikâyem değil. Tabi ki hayatımın bazı dönemlerinden esinlenmeler var ancak benim otobiyografim değil. İçinde bizim de yaptığımız şeyler var, meselâ kasetlerden İsveçce öğrenmek gibi. Amcam da bize kasetler gönderirdi. Ve ben de tıpkı bir sınıfın önünde dururmuş gibi “Benim adım Josef ve Lübnan’dan geldim” diye tekrar ederdim. Zozo’nun duyguları benimkilere çok yakın. O de tıpkı benim gibi bir hayalperest.

Savaş
>>Aslında savaş sahnelerini biraz abarttım ama benim çocukluğumda da kesinlikle böyle bombalar vardı. Ancak dürüst olmak gerekirse benim tecrübelerim çok daha farklıydı. Bombalar yağmaya başladığında sığınaklara doluşmak bir tür eğlenceydi çünkü çok heyecanlıydı ve sanki bir şeyler oluyormuş gibiydi. Çocuktum ve sanırım bu da korkuyu bastırmanın bir yoluydu.

>>Annem ve babam içinse çok farklıy