Kültür-Sanat


Onun sinemasını seven çok ama o bir süredir edebiyat sularında yüzüyor. ‘Gözümden Deliler Taştı’ adlı öykü kitabının ardından şimdi bir roman yayımladı. ‘Ayrılış’ Siyam ikizi olan iki kardeşin hikâyesi. Kardeşlerden biri iyi, diğeri kötü. Çağan Irmak hem romanını hem edebiyatın hayatındaki yerini hem de 50’li yaşlarını anlattı.

‘Babam ve Oğlum’, ‘Dedemin İnsanları’, ‘Issız Adam’, ‘Nadide Hayat’, ‘Prensesin Uykusu’ gibi aklımıza kazınmış sinema filmleri... ‘Şaşıfelek Çıkmazı’, ‘Asmalı Konak’, ‘Çemberimde Gül Oya’ gibi televizyon tarihine geçmiş dizilerde onun imzası var. En son ‘Yaratılan’ adlı diziyi çekti. Bir süredir sinema filmi yapmıyor ama zamanı gelmiş, yakında Adile Naşit’in hayatını anlatan bir film için kamera arkasına geçecek. ‘Adile’nin senaristi Nermin Yıldırım. Bu, Irmak’ın senaryosunu yazmadığı ilk filmi olacak. Çok heyecanlı, efsaneye hakkını vermek istiyor.

Çağan Irmak’la daha çok edebiyat ve hayat üzerine konuştuk. Her ne kadar dışarıdan edebiyat onun için yeni bir alan gibi görünse de aslında öyle olmadığını söylüyor. “Edebiyat, çocukluğumdan beri hayatımda hep vardı” diyor. Çağan Irmak 50’li yaşlarını, sadeleşme sürecini de anlattı.

‘Ayrılış’ yayımlanan ikinci kitabınız bildiğim kadarıyla. İlki bir öykü kitabı olan ‘Gözümden Deliler Taştı’ydı. Sırada ne var? Edebiyata devam mı?

Evet, ilki bir öykü kitabıydı. İkincisi bir roman. Edebiyat beni bırakmadıkça benim edebiyatı bırakmaya hiç niyetim yok. Çünkü sinemada yapamayacağım şeyleri roman olarak yazmak gibi bir fikir değil benimki. Ben sadece edebiyatı edebiyat olduğu için seviyorum. Ve sinemacı kimliğimle edebiyatçı kimliğimi, bana sorarsanız birbirinden ayırıyorum, oldukça ayırıyorum. O yüzden yazar olarak edebiyata devam etmek istiyorum. Çünkü bir taraftan siz verirken bir taraftan edebiyat size veriyor. Çünkü edebiyat yazarken de sizi besleyen bir şey, sadece okurken değil.

Senarist, yönetmen olarak çok üretken birisiniz. Edebiyat hayatınızın neresinde? Bu kadar sinema, televizyon işi içindeyken öykü, roman yazmak size nasıl bir alan açıyor?

Üretken diyorsunuz, sağ olun. O kadar üretkendim ama artık sinema ve televizyon konusunda o kadar üretken değilim. Uzun zamandır biraz kendimi durdurdum, durduk. Artık arka arkaya üretim yapmıyorum bu alanlarda. En son ‘Yaratılan’ı yapmıştım, üzerinden iki yıl geçti neredeyse. Edebiyata açıkçası sonradan bir alan açmadım. Edebiyat hayatımda hep vardı zaten. Bir okur olarak çocukluğumdan beri vardı. Nereye gidersem gideyim sırt çantamda iki kitapla giden-
lerdenim ben. Bundan sonra daha da çok alan açılacakmış gibi görünüyor. Çünkü yaş ilerledikçe insan sadeleşiyor galiba. Edebiyat da bu sadeleşmenin bir ürünü olarak hayatıma geldi.

‘Ayrılış’ ilginç bir hikâye, kahramanlarınız Siyam ikizi... Karakterleriniz her ne kadar geleneksel görünse de ayrıksı, farklı ve çoğu aslında iyi... Filmlerinizde kişisel tarihinizden izler olduğunu biliyoruz. ‘Ayrılış’ın ilhamı nereden? Ne zamandır aklınızdaydı?

Filmlerimde kişisel tarihimden izler en çok ‘Dedemin İnsanları’nda var. Neredeyse bire bir dedemle benim hayat hikâyemiz. Onun dışında kendime daha uzak karakterler yazmayı seviyorum, sinemada da öyle. Siyam ikizleri meselesi aslında çok münferit bir mesele olarak görülse de mecazi olarak baktığımızda beraber yaşamak duygusunu anlatıyor. Yani hayatımızda mutlaka bir Siyam ikizimiz bizim de var, beraber yaşamak zorunda olduğumuz. Bu bir aile, sevgili, eş, arkadaş olur... Burada münferit bir hikâye gibi görünse de kaçıp uzaklaşmak zorunda olduğumuz insan, tekile dönüştürdüğünde iyi tarafımız, kötü tarafımız. Hikâye aklıma çok basit bir fikirden geldi. Ve daha önce böyle bir şeyin niye yazılmamış olduğuna hayret ettim. Yazıldıysa da ben bilmiyorum. Bir bedene bir iyiyi, bir kötüyü sığdırmaya çalıştım. Çıkış noktası bu oldu. Bugünlerde hepimiz, artık nüfus çoğaldıkça mı desem, yaşam şartları zorlaştıkça mı desem, insandan kaçmak istiyoruz. ‘Ayrılış’ konu olarak çok rastlanmayacak bir durum olarak görülse de hayatımızın her alanından bir kaçış hikâyesi aslında. İnsandan kaçmakla, tek olmakla ilgili bir hikâye. Ama tek olup da yine de hiçbir şeyin anlamlandırılamadığı bir dünyada yaşamanın zorluğu üzerine bir hikâye. Finalle ilgili çok farklı yorumlar alıyorum ve bunların hepsini çok severek okuyorum. Ne kadar farklı yorum varsa, o kadar çok düşündürmüş oluyorsunuz ve bu benim çok hoşuma gidiyor.

‘YAZMAK DİSİPLİN İŞİ’

Romanı yazma süreciniz nasıldı? Ne kadar sürdü, zorlandığınız oldu mu?

Romanı yazma sürecim sıkıntısız ve güzel geçti açıkçası. Ben bu yaratıcı buhranlara, sıkıntılara çok da fazla inanmayan birisiyim. Yazmak bir disiplin işi, düzen işi. Bunu hayatımda tutturduğum için mutluyum. Bir şeyler yaratırken zorlanmak, buhranlar bana biraz işin abartılmış tarafı ya da işin kolayına kaçmak ya da yaptığınızın karşı taraftan çok fazla alkışlanmasını ve takdir görmesini istemek gibi geliyor. O yüzden benim böyle yaratma bunalımıyla ilgili bir sıkıntım yok. Zaten edebiyatı da bana keyif verdiği için yapıyorum. Evet, zorlandığınız, işin içinden çıkılmaz hale geldiği anlar oluyor. Zaten keyif bunları çözümlemek.

Kullandığınız dil bir nebze eski, hikâyenin geçtiği dönem itibariyle normal bu. Özellikle genç okurlar zorlanır mı?

Evet, romanı yazmak için eski bir dil kullandım. Artık kadim bir dil mi dersiniz bilemem... Okuyucu dönemin geçtiği o dokuya uzaklaşmasın diye... Bugüne dair söyleyişler okuyucuyu hikâyenin kendisinden koparacaktı. Ama Türkçe o kadar engin, o kadar güzel bir dil ki; yeni nesil okuyucunun da okurken Google’a bakmasını gerektirmeyecek kadar açıklayıcı yazdım. Bazen zor bir kelimeyi bir sonraki cümlede açıklama söz konusu oldu. Olayın gelişinden, cümlenin gelişinden o kelimenin ne olduğunu bilmeyen okuyucu bile ne demek istediğinizi anlıyor. Google yazma, okuma süreçlerini, dinamiklerini değiştirdi. Bunu kötü anlamda söylemiyorum, bu anlamda muhafazakâr değilim hiç; yazarlar daha çok eski kelime kullanıyor artık çünkü iyi bir okuyucunun hemen Google’a bakacağının bilincindeler. Bu iyi bir şey mi, kötü bir şey mi bunu tartışmıyorum. Bu konuda herkesin fikrine saygı duyarım. Tabii ki internet ortamı yazma dinamiğini değiştirdi. En azından benim üzerimde değiştirdi, bu bir gerçek. Unutulmuş, kullanmadığımız kelimelerin tekrar hayatımıza girmesi Türkçenin hayrına olur bence.

İyilik ve kötülük karşı karşıya hatta yan yana ‘Ayrılış’ta... Genel olarak karakterler iyi tarafta, kitapta “İyilik hep birlikte yapılabilir. Zekâya ihtiyaç duymayan tek şey...” diyorsunuz.

Batuhan’ın cümlesi aslında, benim katıldığım bir cümle değil açıkçası. Kendi kötülüğünü bir mantığa oturtmak için ona bir monolog yazdım. Benim için de zor bir şey var orada; bir kötüyü anlamlandırmak, kötünün kendi kendisini anlamlandırmak için yazdığım bir monologdu o. Yaptığı kötülüğü nasıl haklı gösterebilir diye düşündüm ve bir kötüyle empati yapmaya çalıştım. Kime sorsanız yaptığı şeyin kötülük olduğunu iddia etmez, mutlaka bir mantığını bulur. Hepimiz iyi insanlar olduğumuza inanıyoruz ama böyle değil. Kötülük yaparken bile insan bir anlama, manaya ihtiyaç duyuyor.

‘BAZEN GEREKİRSE FİŞİ ÇEKİYORUM’

Artık 50’li yaşlarınızı sürüyorsunuz. Hayatınızın nasıl bir dönemindesiniz, neler yapıyorsunuz, nasıl hissediyorsunuz bu aralar?

Dediğim gibi daha da sadeleşerek geçiyor 50’li yaşlarım. Ben hayatın her yaşından mutluyum. Yani yaşlanmak gibi korkum da yok. Hayatı yakalamaya çalışmak gibi böyle aşırı bir çabam da yok. Ama günümüzden çok geri durmamaya, nostaljik tavırlarla geçmişe tutunmamaya çalışıyorum. Günümüzü olduğu gibi kabullenmeye ve anlamaya çalışıyorum. Yeni olan her şeyi takip etmeye ama bunu yaparken mutlaka hayata da gereken zamanı ayırmaya çalışıyorum. Hani bazen gerekirse de fişi çekiyorum, birkaç gün hiçbir şeye bakmıyorum, hiçbir şeyle ilgilenmiyorum. Çünkü gerçekten en nihayetinde bir hayatınız var, onu yaşıyorsunuz, olay bu.

Geride bıraktığınız hayat, dışarıdan bakıldığında çok üretken, çok verimli, başarılı görünüyor. Siz ne düşünüyorsunuz, nasıldı hayat sizin için?

Geride bıraktığım hayat, evet, her anlamda üretken gözüküyor. Ama başarı kısmı izleyiciye göre, kişiden kişiye değişir. Kendime baktığımda başarılı olduğum şeyler var. Geçmişe dönüp baktığımda keşkem de var, evet. Ama hayatımdaki en büyük keşke; son 15 yıldır keşke yapabilsem dediğim bir şeydi; ‘Yaratılan’dı. Onu yapmış olmaktan dolayı çok mutluyum. Çünkü o benim hani mütemmim cüz dedikleri, olmazsa olmaz bir projemdi, onu yaptığım için çok mutluyum. Keşkelere de
o kadar takılmak istemiyorum. Çünkü keşkeler çok mutsuz eden şeyler. Kötü filmlerim de oldu, bunları yapmasaydım ne yapmamam gerektiğini öğrenmeyecektim. Ama mesela edebiyatta hiç keşkem olmasın istiyorum. Çünkü edebiyatta izleyiciyle bire bir olma, aranızda hiçbir şey olmayışı duygusunu çok sevdim. O yüzden edebiyatta çok titiz, sinemaya göre daha titiz davranacağım gibi görünüyor.

‘ADİLE BİR YEŞİLÇAM MİRASI’

Sinemaya ilişkin sırada ne var?

Yeni bir film... Sırada ‘Adile’ var. Sevgili Nermin Yıldırım yazdı. Ve bu benim hayatımda sinema -dizi yaptım ama- olarak, kendi yazmadığım ilk iş olacak. Kalemi çok kuvvetli bir yazarın elinden çıktı. Ve biyografilere biraz ürkerek yaklaşsam da bir Yeşilçam mirasıydı ‘Adile’. Bir Yeşilçam borcuydu. Bu projeyi severek kabul ettim.

‘PARANOYAKÇA BİR DÜNYA’

İyilik sizin için nedir? Nasıl bir tanımı, karşılığı var hayatınızda?

Bana göre iyilik ne demek? Buna hep aynı cevabı verdim. Bana göre iyilik, bir insanın hayatına olabildiğince az müdahale etmektir. İyiliğin yolu buradan geçiyor. Hep duyduğumuz bir şey var; cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla örülüdür. Şimdi iyilik diye yaptığımız birçok şey, bazen o insanın hayatında -ki dünya çok değişti, bambaşka bir yer oldu- birkaç yıl sonra çok büyük bir kötülüğe sebep olabiliyor. Yani bilmeden ona bir kötülük etmiş olabiliyorsunuz. İyilik yapmak açıkçası beni biraz ürkütür hale geldi son yıllarda. O yüzden ihtiyacı olana ve bunu benden isteyene iyilik yapmak daha ılıman sularda yüzdürüyor insanı. Çünkü gerçekten bu iyiliğin kötü niyete dönüşmesinden korkuyorsunuz. Artık böyle paranoyakça bir dünyada yaşıyoruz. Dediğim gibi ben iyiliğin olabildiğince az temasla mümkün olabileceğini düşünüyorum ve birbirimizin hayatına olabildiğince az dokunarak gerçekleşebileceğini düşünüyorum. İyilik bir taraftan da başkası adına karar vermek büyüklüğünü ve kibrini de getiriyor. Bunu da düşünmek gerekir.

Filmlerinizde kendini gösteren bir mizah damarı olduğunu düşünüyorum. Ama ‘Ayrılış’ta bana göre neredeyse bir-iki yer hariç çok mizah yoktu.

Haklısınız, filmlerimde hep bir mizah var. Ama bu ben olmasını istediğim için değil, kendi kendine geldi. Hayatın kendi mizahıydı bu, beraberinde getirdiği. Ben filmlerimde bir sahneyi ağlatmak için ya da güldürmek için yazmıyorum. Sanıyorum o yüzden seyirci ağlıyor ya da gülüyor, kimseyi zorlamadığım için. Hikâyede kendiliğinden geldiği için güzel bunlar. ‘Ayrılış’ta yine bir mizah damarı var ama biraz geride, gölgelerin arasında kaldı bu sefer.

Son olarak okurunuza, izleyicinize ne söylemek istersiniz?

Sanat iyileştirir. Tam bir hem gerçekle yüzleşme hem de bir kaçış noktasıdır. Kitaplardan, edebiyattan uzak kalmamalarını diliyorum. Benimki bir dilek, bir istek. Çünkü içinde bulunduğumuz dünyada daha da sıkı sarılmamız gereken şeyler olduğunu düşünüyorum. Hepsine sevgilerimi gönderiyorum.

 

patronlardunyasi.com