Patronlar


Derya Sazak'ın röportajı

DERYA SAZAK: Türkiye'nin ABD ilişkileri kadar önemli bir de AB vizyonu var. Gerçi 2006 sonunda müzakereler neredeyse dondurulma aşamasına geldi. Kıbrıs nedeniyle 8 başlık askıya alındı. Anlaşılan Brüksel de 2007 seçim sonuçlarını bekliyor. AB'de genişlemeye ve Türkiye'nin üyeliğine direnç giderek artıyor. Tam üyelik hiçbir zaman gerçekleşmeyecek bir hayal mi? Ucu açık süreç şimdiden 'imtiyazlı ortaklık' anlamına gelmiyor mu? AB ilişkilerinin neresindeyiz?

RAHMİ KOÇ: AB serüvenimiz 1963 Ankara Antlaşması'ndan bu yana 40 yılı aşkın süredir, nihayet tam üyelik müzakereleri noktasına geldi. Yunanistan 1978'lerde müzakereye başladı, 1982'de AB'ye girdi. Yunanistan, AB'ye girerken Türkiye'ye 'Siz de girin' dediler. Ecevit ve Erbakan'ın başında bulunduğu Koalisyon Hükümeti 'Hazır değiliz' cevabını verdi. O zaman 5 tane ülke vardı, ne şart vardı ne yaptırım ne de kanunların uyumu, hiçbir taahhüt yoktu. Gayet net hatırlıyorum o zaman biz 'Hayır' dedik. Üyelik teklifini dondurduk. 'Ekonomimiz hazır olduğu zaman buzdolabından çıkaracağız' dediler. Zannettiler ki onlar da ilerde 'Buyurunuz efendim, geliniz 'diyecek. Yunanistan çok akıllıca bir iş yaptı, 1982'de Avrupa Topluluğu'na girdi. Orada treni kaçırdık!

Vehbi Bey'in mektubu
Vehbi Bey'in Ecevit'e yazdığı bir mektup vardır. 'Büyük hata ediyorsunuz' diye. Sonra da 'Şimdi girmezsek ileride Yunanistan bizi her adımda köstekleyecek, mani olacaktır' diye.

Şimdi de ilişkilerimizin bir nevi duraklamaya girmesi, AB karşıtı kesimleri sevindirse de bizim ülke olarak kendimize çizdiğimiz sosyal ve ekonomik kalkınmanın önünü açacak olan AB rotamız değişmemelidir. Hiç aklımızdan çıkarmamamız gereken bir nokta, bizim AB'ye ne kadar ihtiyacımız varsa, AB'nin de bize o kadar ihtiyacı olduğudur. Bu gerçeği, bazı Avrupa ülkeleri hatta zaman zaman AB'nin kendisi, kısa vadeli ve kısır bakış açılarıyla unutuyor gibi olsa da, her iki tarafın da sağduyulu ve ortak çıkarları doğru değerlendiren kesimleri bunun çok iyi farkında. Unutmayalım ki bizim gireceğimiz AB bugünün AB'si değil. En az 10 yıl sonrasının AB'si. Yani bugün net olmadıkları, çözümleyemedikleri konuları çözmüş bir AB'ye gireceğiz biz. Çözemiyorlarsa, biz de başka türlü davranırız.

Babanız Vehbi Koç, o zamanki AT'ye girmekten yanaydı ama olmadı. Sizce şimdi AB'nin Türkiye ile ilgili başlıca hangi endişeleri var?

Dediğim gibi, Vehbi Bey'in mektubu var. 1978'de, Yunanistan başvurduğunda, 'Yunanistan ile beraber girmezsek ileride bizim durumumuzu veto eder' diye Hükümeti uyarmış. 1978 senesinde 40 milyon gibi hazmedilebilir bir nüfusumuz vardı. Şimdi 70 milyon olduk. AB'ye girmemiz 10 sene sürerse, bu gidişle herhalde 85 milyon oluruz. Bu Avrupa'nın en büyük nüfuslu ülkesi demektir.

AB Kıbrıs'ta hatalı
Hem kalabalığız, üstelik bir de Müslüman bir ülkeyiz. Avrupa'da hiç Müslüman bir devlet yok. Onun için ince eleyip sık dokuyacaklar. Bugün Türkiye'nin tam üyeliğine karşı olan politikacılar, tabiatıyla yok olacaklar. Kaldı ki, AB'nin kendi içinde birçok sorunu vardır. Onlar nasıl bu sorunlarının üstesinden gelir, kestirmek güç.

Ayrıca, Kıbrıs'taki durum da bir sorun teşkil ediyor tabii. Güney Kıbrıs'ta kanaatimce, AB büyük bir hata yaptı, 'Kuzey ile birleşin, sizi öyle alalım' diye onlara şart koşmalıydılar. Bunu yapmadılar. Zannediyorum sebebi de, başka konularda Yunanistan'ın vetosundan korktular. Tabii, bu bizim ve KKTC için hiç de iyi olmadı. Şimdi bu sorun sadece BM platformunda çözülebilir duruma geldi. Son zamanlarda İngiltere'de, Fransa'da ve Hollanda'da radikal İslamın getirdiği sıkıntılar da Türkiye'nin aleyhinde oluyor.

AB Türkiye'yi, radikal İslamın Avrupa'ya nüfuz etmesini önleyecek bir ülke olarak görüyordu. Şimdi bizde de, onların kendi ülkelerinde de hadiseler olunca endişe ediyorlar.

Biz doğru olanı yapmalı, kendi ülkemizde başlattığımız ve seçim ekonomileri ile yavaşlamayacağını ümit ettiğimiz reformları ve uygulamaları aralıksız sürdürmeliyiz. Bunu AB için değil kendimiz için yapmalıyız. Biz hazır olduğumuzda AB de hazır olacaktır.

Tasarruf yapmalıyız

Yelkenliyle çıktığınız son dünya seyahatinizden konuşalım isterseniz. Siz sıcak denizlerde dolaşmayı seviyorsunuz ancak küresel ısınmanın sonuçlarını yakın gelecekte daha çok hissedeceğiz. Ne olacak dünyamızın hali?
Seyahatim sırasında, içinde yaşadığımız dünyanın ve bize sunduğu güzelliklerin ne kadar değerli olduğunu, doğal dengeleri korumanın yaşamsal öneminin ne kadar büyük olduğunu bir kez daha anladım. İnsanoğlu, kendi medeniyetini kurarken doğaya karşı son derece özensiz davrandı. Ama bunun kendi bindiği dalı kesmek anlamına geldiğini ancak şimdilerde anlıyoruz.

Evet, dünyanın ikliminde bir değişiklik var. Bir anormallik gözleniyor. Ancak hakikaten buzullar eriyecekte, Avustralya sular altında kalacak, okyanustaki adalar tamamen kaybolacak falan...

Bunlar ileriye dönük bir projeksiyon yapmak için belki biraz erken ve aşırı heyecanlı değerlendirmeler. Sera gazı salınımını yüzde 5'in altına çekmeyi amaçlayan Kyoto Anlaşması başta ABD olmak üzere bazı ülkeler tarafından imzalanmadı bile. ABD en büyük kirleticilerden ve teknoloji ihracatçılarından biri olduğu için, bu anlaşmayı imzalamasının özel bir önemi var.

Tabii insan eliyle alınacak önlemler, hepimize düşen görevler var. Sanayi atıklarının önlenmesi gibi. Koç grubunun hiçbir fabrikası yoktur ki, arıtma tesisi olmasın. Otomobillerin egzozundan çıkan gazları yeşil motorla değiştirmek lazım. Enerjiyi tasarruflu kullanmak, daha az ampulle aydınlanmak, ısınmak, çamaşırların doğal şekilde kurutulması gibi kamuoyunu bu konularda daha duyarlı kılmak, okullarda çevre eğitimini arttırmak mümkün. Mesela, Ford Otosan şirketi sırf enerjiden tasarruf etmek için yazın günde iki saat 'air condition' çalıştırıyor. Bunu milletçe yapsak, enerji faturamıza büyük faydası olur. 12 senedir Turmepa olarak denizlerimizin ve kıyılarımızın temizliği için uğraş veriyoruz.

Çin'in 1 trilyon dolar döviz fazlası var

Koç grubu için 2007 nasıl bir yıl olacak?
11 sektörde faaliyet gösteriyoruz. Bu şirketler, her yıl 800 - 900 milyon dolar sadece yenileme ve idame yatırımları yapıyorlar. Geçtiğimiz sene 3 tane büyük şirket satın alması yaptık, şimdi biraz daha durup nefesimizi tazelemek zamanı. Ondan sonra bir daha koşmaya başlarız.

Çin herhalde 21'inci yüzyılın süper gücü olacak.
Çin herkesi vuracak. Ta ki adam başı milli gelir 3 bin dolara çıkıncaya kadar. Çin'in rekabet gücünü sadece ucuz işçiliğe bağlamıyorum. İmal ettikleri malların bir de hammadde değeri var. Nasıl bu kadar ucuza mal yapıp satabiliyorlar, kendi kendime izah edemiyorum. Mutlaka Çin hükümetinin endüstrinin maliyetlerini sübvanse ediyor olması lazım. Bunu daha ne kadar süre götürebilir, kestirmek zor.
Bugün Çin hükümetinin 1 trilyon dolar döviz fazlası var ve çoğu da Amerikan devlet tahviline bağlı. Çin'in en büyük piyasası da Amerika. Bu piyasayı Amerika Çin'e kapatırsa, Çin iflas eder. Diğer taraftan Çin, tahvilleri birdenbire satmaya kalkarsa doların değerine ve Amerikan ekonomisine ne olur bilemiyorum.

Kürdanı rahatsız ediyor

Beşiktaş'ın bu sene şampiyonluk şansı var mı?
Kupada son iki maçta iyi oynadı, Denizli'ye karşı kazandı. Beşiktaş'ın eski günlerine kavuşacağına inanıyorum. Tigana'da mutlaka bir cevher var. Fakat ne var ki, burnunu çekmesi ve ağzındaki kürdanı beni biraz rahatsız ediyor.

O cevheri görecek miyiz?
Dişimizi sıkarsak ve adamı rahat bırakırsak... Bunu zamanla göreceğiz, sabredelim.

Kürdan bir imaj olsa gerek Red Kit gibi...
Herhalde stresten oluyor, onu ağzında devamlı geveliyor. Bazı antrenörler yerinde oturamıyor, kulübeyi yumrukluyor, her birinin stres altında kendine göre bir reaksiyonu var.

6-7 Eylül'de İstanbul'un cilası gitti

Bir yandan da kimlik ve inanç özgürlüklerini AB kültürünün, insan haklarının bir parçası olarak kabul edip Türkiye'yi reformlar konusunda baskı altına almadılar mı? Nüfusunun çoğunluğu Müslüman ama laik ve demokratik bir ülke olarak AB'ye üye olmamız Doğu - Batı arasındaki 'Medeniyetler çatışmasına' son verecek bir buluşma noktası olarak görülmüyor muydu?
Gerçi Hrant Dink cinayeti, kendi toplumumuz içindeki farklı kimliklere olan hoşgörüsüne ağır bir darbe indirdi. Siz Ankaralı köklü bir aileden geliyorsunuz. Cumhuriyet kuşakları bu tür ayrımcılıkları 'ırkçı' refleksleri unutarak yetişmişti. Nereye gidiyoruz?
Eski Ankara'da ve benim çocukluğumda, babamın dostları arasında, gayrimüslimler vardı. Anadolu böyleydi. Biz Kolej'de talebe iken, Rum, Ermeni ve Musevi arkadaşlarımız vardı. Hiçbirimizin aklından ayrım yapmak geçmezdi. Gül gibi geçinip giderdik. Üstelik Robert Kolej'de idarecilerin çoğu Rumdu ve Ermeniydi.

Şimdi, Alevi, Sünni, Türk, Kürt diye ayrışmadan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak bir arada barış içinde yaşamayı sürdürmek için her türlü gayreti göstermeliyiz. Rahmetli Fuat Bayramoğlu bizim soyağacımızı çıkarmış. Kim kimin akrabası, nerede doğdu, kaç kuşak önceye gidiyor, kim kimin torunudur diye. Biz Ankaralıyız. Ailenin kökleri Hacı Bayram Veli'den gelme. Annemle babam akrabaydı, kökenleri aynı. Şimdi dünyada böyle bir akım var, insanlar geçmişlerini merak ediyorlar ama bunlar yeni ayrılıklara düşmanlıklara neden olmamalı.

Mesela 6 - 7 Eylül olayları yaşandı. Türk doğumlu gayrimüslimleri korkuttuk ve kaçırdık. Bu memleketin, İstanbul'un cilası gitti. İnançlar, etnik kimlikler ne olursa olsun birlikte yaşama ve bu ülkeyi sevme duygusunu kaybetmemeliyiz.
Biz ailece hepimiz elhamdülillah Müslümanız. Babamız, hacca gitti biz de hacca gittik, oruç tutarız, cuma günleri namaza gideriz. Ama inanç dünyamızla günlük hayatımızı birbirine karıştırmamak için özen gösteririz, öyle yapmak lazım.

Yeni bir mücadele
İnananlar - inanmayanlar, İslamcılar, milliyetçiler gibi bölünmeleri nasıl karşılıyorsunuz?
İslam köktendinciliği denilen akım İran'da başladı. Humeyni ihraç etti bütün dünyaya ve hala devam ediyor. Mesela Avrupa'da cuma günleri namaza gidenlerin adedi Türkiye'den fazladır. Eskiden komünist ve kapitalist vardı. Önümüzdeki dönemde ise dünyada milliyetçilik ve köktendincilik mücadelesinin yaşanacağını tahmin ediyorum. Türkiye'de bu tür eğilimleri hafifletmek, yumuşatmak, öyle geçiştirmek lazım.

İngilizler gibi hareket etmeliyiz

Türkiye için 2007 mesajınız?
Hepimiz aynı gemideyiz. Bu gemiyi güzel bir rotada, güzel denizlerde layık olduğu şekilde götürmemiz lazım. Türkiye'ye Türklerden başka kimsenin faydası yoktur. Onu da bilerek hareket edelim. İngilizlerin bir lafı vardır: 'İngilizlerin ne dostu vardır, ne düşmanı, menfaati vardır...' İşte biz de o şekilde hareket etmeliyiz.

Nobel töreninde heyecanlandım

Orhan Pamuk'un Nobel ödülü ile ilgili düşünceleriniz?
Orhan Pamuk'un Nobel ödülünü alması hepimizi son derece gururlandırdı. Televizyonda ödül törenini seyrederken çok heyecanlandım ve en sonunda bir Türk edebiyatçısını da o platformda görmenin sevincini yaşadım. Bu bağlamda basına yansıyan siyasi tartışmaları bir kenara bırakıp, bu ödülün tadını çıkarmak gerekir diye düşünüyorum. Uzun vadede akılda kalacak olan odur çünkü.

Milliyet