2000 krizi ile piyasadan çekilen yabancılar, bulutların kaybolup güneşin açması ile gene sahaya çıktılar. Türkiye’nin AB üyeliği beklentisi, reklam pazarının büyüyeceğini ortaya koyuyor. Bu da yabancılar için ayrı bir çekim unsuru oluşturuyor.
Pazartesi günkü Tüpraş İhalesi ile toplu satışlar pazarının ikinci devresi başladı. İlk devre başarılı bir Telekom satışı ile bitmişti. İkinci devrenin açılışı ise daha görkemli oldu. Tüpraş İMKB değerinin neredeyse iki katı üstünde bir fiyattan Koç-Shell ortaklığına gitti.
Ama bizi, yani bizim sektörü ilgilendiren esas atraksiyon gelecek hafta başlıyor. TMSF’nin Uzanlar’dan aldığı Star, Kral TV ve diğer varlıkları satması ile açılacak bu pazar, Cine 5 ile devam edecek; hatta TGRT de burada oluşacak fiyata göre el değiştirecek.
Global medyanın büyük grupları Türkiye’deki bu gelişmeleri dikkatle izliyor. 1980’lerin devleri Rupert Murdoch ile Robert Maxwell, Özal döneminde TRT’nin bir kanalını alabilmek için Ankara’da defalarca zemin yoklaması yapmışlardı. 2000 krizi ile piyasadan çekilen yabancılar, bulutların kaybolup güneşin açması ile gene sahaya çıktılar.
TGRT'nin satışı
TGRT için Leonard Lauder’ın kurduğu ve “Yeni Avrupa”da çok önemli yatırımlar yapmış CME, Ahmet Ertegün aracılığıyla zemin yoklamalarına başladı. Murdoch’un News Corp’u ise son üç yıldır giderek sıklaşan ziyaretlerle havayı kokluyor. Bir ara Digiturk’ü almak için hayli hazırlık yapan grup, bu işin suya düşmesi ile dikkatini Star’a çevirmiş görünüyor. İskandinavya’da büyük yatırımları olan SBS Grubu da neredeyse iki yıldır Türkiye pazarını yakın takibe almış durumda.
Tabii yabancı yatırımcıların kafasındaki en büyük kaygı, sahip olabilecekleri hisse oranının yüzde 25 ile sınırlı olması. Gerçi geçmişteki uygulamalar, Türkiye’de, bunun etrafından dolaşmanın çok zekice yolları olduğunu gösterdi. Ama gene de hemen hepsi halka açık bu şirketler, daha sağlam bir zeminde yürümek istiyor. Bu nedenle Başbabakan’ın Sun Valley’de verdiği sözün gerçekleşeceği günü bekliyorlar.
Peki Türkiye’ye bu rağbet neden? Yandaki grafiğe baktığınızda bu ilginin nedenini açıkça görmeniz mümkün. AB’ye yeni üye olan Polonya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Bulgaristan ile Türkiye’nin 1994-2003 arasındaki on yıllık dönemde reklam yatırımlarının seyrini gösteren çarpıcı bir tablo bu. Reklam yatırımlarının gayri safi milli hasılaya olan oranındaki gelişimi gösteren tablo, AB üyeliği ile bu harcamaların nasıl arttığını ortaya koyuyor.
Artış üç nedenden ileri geliyor:
1. Piyasaya yeni firmalar giriyor ve bunlar pazarda yer edinebilmek için reklam harcaması yapıyorlar,
2. Bu harcama rekabeti artırıyor ve mevcut firmalar da reklam yatırımlarının payını artırmak zorunda kalıyorlar,
3. Ama hepsinden önemlisi ülke ekonomisi büyüyor ve bu büyüme reklamlara yansıyor. Türkiye’de kişi başı reklam yatırımı 16-17 dolar civarında iken, bu rakam AB’nin yeni Avrupalı üyelerinden Macaristan’da 112, Çek Cumhuriyeti’nde 82, Polonya’da 65 dolara çıkmış durumda.
Çünkü reklam yatırımlarının GSMH içindeki payına baktığınızda bunun 3-4 kat arttığını, binde yarımlardan yüzde 2’lere çıktığını görüyorsunuz.
Üyelik pazarı büyütecek
Dolayısıyla Türkiye’nin AB üyeliği beklentisi, Türkiye’nin reklam pazarının büyüyeceğini ortaya koyuyor. 70 milyonluk pazarın satın alma gücü insanları heyecanlandırıyor ve şu anda bu kadar hız ve istikrarla büyüyen başka bir ülke olmayışı da dikkatleri buraya yöneltiyor.
Merkez Bankası Başkanı Serdengeçti’nin geçen gün dikkat çektiği Türkiye ekonomisinin son üç yılda elde ettiği yüzde 29.5’lik büyüme bir zamanlar hayranlıkla izlediğimiz Güney Doğu Asya ülkelerindeki çarpıcı büyümenin de ötesine geçmiş durumda. Üstelik Türkiye bu büyümeyi çevresinde büyük çatışmalar sürerken, ve dünyada petrol fiyatları şimdiye kadar hiç görülmemiş düzeylere tırman