Kültür-Sanat


Burak ARTUNER

Ailesiyle birlikte 1924 Mart’ında Türkiye’den sınırdışı edilmesinin ardından önce İsviçre’de, daha sonra da Fransa’da yaşamaya başlayan son Halife Abdülmecid Efendi, hayatının son siyasi girişimini Naziler’den kaçan bir grup Fransız direnişçi için yapmıştı.

Son Halife Abdülmecid Efendi, 32. Osmanlı Sultanı Abdülaziz ile Hayranıdil Kadınefendi’nin oğlu olarak 1868’de dünyaya gelmiş, iyi bir tahsil görmüş, Fransızca’yı, Arapça’yı, Farsça’yı öğrenmiş ve İngilizce’yi de yayınları takip edebilecek kadar ilerletmişti.

Abdülmecid Efendi, dönemin İngiliz sanat dergilerine bile konu edilecek derecede iyi bir ressam olan babasının sayesinde güzel sanatlara, özellikle de resme büyük ilgi duyuyordu.

Abdülmecid Efendi, atölyesinde Şair Abdülhak Hamid'in tablosunu yapıyor. İbrahim Çallı ve Namık İsmail gibi Türk resminin o dönemdeki büyük üstadları da Abdülmecid Efendi’nin resimdeki kudretinin kendilerinden aşağı kalmadığını söylemekten çekinmiyorlardı. Abdülmecid Efendi, ağabeyi veliahd Yusuf İzzettin Efendi’nin intiharı üzerine amcası Sultan Abdülmecid’in en küçük oğlu Vahdeddin Efendi veliahd olunca, 1916’dan sonra politikaya ve devlet işlerine yakın ilgi göstermiş ve bir dönem Talât Paşa tarafından Sultan Reşad’ın yerine geçmesi teklif edilmiş, 

İttihad ve Terakki’nin Vahdeddin’e güvenmemesi nedeniyle yapılan bu teklifi geri çevirmiş ve Sultan Reşadın ölümüyle Vahdeddin padişah, kendisi de veliahd olmuştu.

KURTULUŞ SAVAŞI YANLISI TUTUM İZLEDİ
Kurtuluş Savaşı yıllarında milli mücadele yanlısı bir tutum sergileyen Abdülmecid Efendi, bu tavn nedeniyle Damat Ferid Paşa’nın başında bulunduğu İstanbul hükümeti tarafından 38 gün boyunca maiyetiyle birlikte göz hapsinde tutulmuş ve dışarı adım atamamıştı. Türkiye Büyük Millet Meclisi ise, savaşın kazanılmasının ardından l Kasım 1922’de saltanatı kaldırmış ama hilâfete dokunmamıştı.

Padişah 17 Kasım 1922’de İstanbul’u terk etmesinden bir gün sonra, yani 18 Kasım 1922’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yapılan gizli oturumda Abdülmecid Efendi en fazla oyu alarak halifeliğe getirilmişti.

24 Kasım 1922’de yapılan biat töreninin ardından başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere ülkenin bütün önde gelen isimleri tarafından desteklenip tebrik edilen Abdülmecid Efendi için İstanbul camilerinde hutbeler okutulmuş ve Halife, İslâm dünyasına hitaben bir beyanname yayınladıktan sonra Meciis’e teşekkürlerini bildirmişti. Ancak şartlar bir süre sonra değişmiş, Halife Abdülmecid’in padişahlık hevesine kapıldığını düşünen Türkiye Büyük Millet Meclisi, üç ay sonra, 3 Mart 1924’te hilâfetin de kaldırılmasına karar vermişti. Bunun için hazırlanan kanunla, bütün Osmanlı Hanedanı’nın ülke dışına çıkarılması, hanedanın erkeklerine de ülkeyi terk etmeleri için en fazla 72 saat, kadınlara ise on gün süre verilmişti.

SÜRGÜN KARARI NASIL VERİLDİ
Hilâfetin kaldırılması ve Osmanlı hanedanının kadınlardan, damadlardan ve sultanlardan doğanlar dahil hepsinin genç Türkiye Cumhuriyeti’nin hudutlarından çıkarılması, Abdülmecid Efendi için sürpriz olmuştu. O tarihte İstanbul Vâliliği’ni yürüten Haydar Bey, 3 Mart’ta Büyük Millet Meclisi’nin kararım Halife’ye bildirmek üzere görevlendirilmiş, Dolmabahçe Sarayı’na gidip durumu açıkladığında Abdülmecid Efendi’nin şaşkınlığının “samimi” olduğunu görmüştü.

Ankara hükümeti tarafından ailesine ve kendisine pasaport verilen Abdülmecid Efendi’ye biraz da para gönderilmişti. Abdülmecid Efendi, 72 saat içinde eşi, oğlu Ömer Faruk, kızı Dürrüşehvar, çocuklarının hocası Salih Keramet, özel kâtibi Hüseyin Nakib Bey ile maiyeti ve vâli ile birlikte aynı günün gecesi saraydan arabalara bindirilerek Sirkeci’ye gitmiş, buradan da Çatalca’ya ulaştırılmıştı.

Edirne’ye vardığında kendisine Türkiye sınırlarına kadar refakat etme görevi verilen İstanbul Emniyet Müdürü Sadettin Bey’e İsviçre’ye gitmek istediğini söyleyen Abdülmecid Efendi, İsviçre’nin Territet şehrindeki Grand Hotel’e yerleşmişti. Hiç beklemediği bir karar yüzünden yanma yeterli miktarda nakit ve kıymetli eşya alamamış ve bir süre sonra parasızlık çekmeye başlamıştı. 

SİYASETLE İLGİLENMEYECEĞİ SÖZÜ VERDİ
Son Halife’nin Türkiye sınırlarının dışına sürülmesi bütün dünyada büyük yankı uyandırmış ve kış sporları mevsiminin sonuna gelinmesine rağmen İsviçe’ye bir akın başlamıştı. Halife, Edirne’den ayrılmadan önce Polis Müdürü Sadettin Bey’e, “Bütün ilgililer, özellikle milletim emin olsun ki, bundan sonra yegâne uğraşım, milletimin saadeti ve refahı için dua etmek olacaktır. Siyaseti zaten sevmem,bütün yaşananlar mukadderatın eseridir. Bana ve Hanedan-ı Âli Osman’a münasip görülenin de millete faydalı olmasını Cenab-ı Hak’dan diliyorum. Sizlere de buralara kadar zahmet ettiğiniz için teşekkür ederim” diyerek yurtdışında siyasetle ilgilenmeyeceği mesajını vermiş ve genç Türkiye Cumhuriyeti’ni rahatlatmıştı.

Son Halife’nin Avrupa’ya gitmesi bazı devletlerin iştahını kabartmıştı. İngiltere, Hindistan’daki 100 milyona yakın Müslüman’ın, bütün Arap âleminin ve dünyanın dört bir tarafına yayılmış bütün Müslümanlar’ın üzerinde mânevi bir hâkimiyet kurmak arzusuyla hilâfeti vermeyi plânladıkları Mekke Şerifi Hüseyin’in arzularının iflas etmesinden sonra bu gelişmeyi kendi lehine nasıl kullanabileceğinin hesaplarını yapmaya başlamıştı. İngilizler, derhal ülkenin en tanınmış siyaset ve devlet adamlarından Sir Nevil Henderson’u İsviçre’ye özel temsilci atamışlar ve aynı zamanda Hind Hilâfet Komitesi’nin ünlü siması Emir Ali de bir süre sonra İsviçre’ye gitmiş ve Abdülmecid Efendi ile birkaç defa görüşmüştü.

HEDİYE TABLOLAR
O tarihlerde, Tunus, Cezayir, Fas ve Senegal başta olmak üzere halkının çoğu Müslüman olan büyük bir sömürge imparatorluğuna sahiFransa da İngiltere’nin izlediği “Hilâfet siyaseti”
karşısında kayıtsız kalmamış İsviçre’ye bir temsilcisini göndermişti.

Abdülmecid Efendi’nin şehzadeliği ve veliahdlığı döneminde İstanbul’a gelen tanınmış Fransız ressam Ernest Lömol, Halife’nin resme duyduğu ilgiyi kullanıp kendisiyle tanışmış, son Halife’yi Bağlarbaşı’ndaki köşkünde ziyaret etmiş ve ülkesine döndükten sonra bir tablosunu göndermişti.

“ASİL KİŞİLİK…”
Fransız ressam, sürgünden sonra yanına Figaro gazetesi ile L’Illustration dergisinin muhabiri Noel Rocer’i de alarak İsviçre’ye gidip Abdülmecid Efendi ile görüşmüştü. Noel Rocer, Halife ile yaptıkları görüşmeyi L’Illustration’da okuyucularına şöyle aktaracaktı:

“Dünyadaki bütün Müslümanlar’m manevi reisi olan ve İslâm âleminin üzerinde Papa’nm Hıristiyanlar’ın üzerindeki tesirinden daha büyük ve geniş nüfuza sahip bulunan bu yaşlı, uzun beyaz sakallı, iri yapılı ama çok zinde ve dinç kişi, Fransızca’yı Paris şivesiyle konuşuyordu.

Seyahat arkadaşımla, güzel sanatların muhtelif sahaları üzerinde, bilhassa resim ve heykeltıraşlıktaki yeni cereyanlara ait sözlerini hayretle ve zevkle dinledim. Görüşmeleri, afaki sahadan siyasete intikal ettirmemeye dikkat ediyor ve bu maksadına maharetle muvaffak oluyordu. Bu arada, Paris’e gelmesi de dahil olarak, istikbale ait arzu ve kararları üzerindeki sondajlarımıza olumlu yahut olumsuz hiçbir kesin cevap vermedi.

Ben rahatça söyleyebilirim ki, bugüne kadar Halife’yi ziyaret edenler arasında istikbale ait arzularını öğrenen yoktur ve hepsi bu çok nazik, asaletini hissettiren vakur ve ciddi kişiden ancak, kendisinin istediği kadarını öğrenebilmişler ama onlar da bizim gibi şahsiyetinin tesiri altında kalarak ayrılmışlardır.

Halife’nin oğlu ve kızı da yanında idi ve her ikisini de bizimle tanıştırdı. Tam bir Avrupalı üslubuyla yaşanan bu tanışmada, uzun boylu ve bir artist kadar güzel olan oğlunun bir Alman Prensi gibi Cermen terbiyesi aldığını tahmin etmiştim.

P A R İ S RESSAMI
Nitekim Halife bir münasebetle oğlunun önce Viyana, daha sonra Berlin’de öğrenim gördüğünü ve kendi fikrine göre “iyi bir asker” olduğunu fakat şanssızlık yüzünden kariyerini gösteremediğini söyledi.
Küçük sultan ise, tarifine masallarda rastlanılacak kadar harikulâde idi. Hiç kimsenin hayatında bu kadar derin ve anlamlı bakan gözler görebildiğini kesinlikle zannetmiyorum.

Huzurunda geçirdiğimiz dört saate yakın sürede, Halife’nin halinden şikâyet ve kedere ait en ufak bir belirti dahi görmedik. Esasında kendisini üzen bazı şeyler olsa da, bunları yabancı bir kimseye hissettirmemenin haysiyet ve gururunu tamamen temsil ediyordu. Ancak, Paris’in resim atölyelerinden ve sanat hayatından bahsederken heyecanlandığının farkına vardım. Eğer birgün, sabık Halife, Parisimiz’e gelirse, bu geliş siyasi gaye ve sebeplerle değil, sanat aşkı ve daha büyük bir şehirde avunmak arzusuyla olacaktır.”

PARASIZLIK ÇEKMEYE BAŞLADI 
İsviçre’de otel masrafları gittikçe artmış ve Halife ile ailesi, parasızlık yüzünden bir süre sonra Fransa’ya yerleşmişlerdi. Abdülmecid Efendi, İngilizler’in doğrudan doğruya Hind Hilâfet Komitesi’nin ileri gelenlerinin aracılığıyla yaptığı, Fransızlar’ın da Cezayir ve Fas’ın önemli isimlerinin vasıtasıyla ilettikleri bütün teklifleri reddedip tamamen kendi imkânlarıyla Nice şehrine taşınmıştı. Halife ile ailesi, zenginlerin yaşadığı Cimiez semtinde ikamet etmişler, Abdülmecid Efendi 15 yıl sonra 19 Haziran 1939’da Paris’e taşınmış ve Boulogne Ormanı’na yakın bahçeli bir köşkte hayatını sürdürmeye başlamıştı.

PARİS BÜYÜKELÇİSİ ZİYARET ETTİ 
Aynı günlerde Türk Dışişleri Bakanlığı Abdülmecid Efendi’nin Avrupa’daki hayatını gözlem altına almış, elçiliklerden ve konsolosluklardan hanedanın siyasi faaliyetinin ve temaslarının araştırılması istenmişti. Musul meselesi nedeniyle 1925’te İngiltere ile Türkiye arasında sıcak günler yaşanırken konunun Milletler Cemiyeti’ne intikal ettirilmesiyle o tarihte Paris elçisi olan Ali Fethi, Londra elçisi Ferit Beyler ve Hariciye Vekili Doktor Tevfik Rüştü Bey, Paris’te bir araya gelmişlerdi. Abdülmecid Efendi ise, toplantıdan önceki günlerde Ali Fethi Bey ile görüşmüştü. Buluşmanın görünüşteki nedeni İstanbul’da bulunan ve hanedanın sahip olduğu emlâk ve taşınmazların bir yıl içinde tasfiyesine ait kanun maddesinin uygulanmasından doğan bazı güçlüklerdi. Abdülmecid Efendi, hilâfet makamının Türkiye Cumhuriyeti sınırlarının dışında herhangi bir yerde aynı haklara sahip olarak yeniden kurulması ve kendinin bu makama getirilmesi üzerinde çeşitli ülkelerden yapılan ısrarlı tekliflerin bulunduğunu anlatmış ve memleketi terk ederken izlenen siyasete aykırı gelebilecek hiçbir harekette bulunmayacağına dair verdiği sözü tutacağından emin olunmasını istemişti.

HİNDİSTAN TEKLİFİNİ DE REDDETTİ
Sabık Halife’nin kızı Dürrüşehvar Sultan’ın dünyanın en zengin ailelerinden olan Haydarâbât Nizamı’nın oğlu ile evlenmesi de, Abdülmecid Efendi’ye Hindistan’a yerleşmek ve hilâfetin Cava ve Sumatra’da, yani bugünkü Endonezya’da yaşayan 100 milyon Müslüman’a ilâve olarak, Pakistan’da ve Hindistan’ın çeşitli bölgelerindekilerle birlikte 200 milyonu aşan Müslüman kitlesinin yaşadığı yerlerde devam ettirilmesi teklifinin doğal bir sonucu olarak karşılanmıştı. Fakat Halife, Hindistan’a yerleşip orada hilâfet makamını tesis etmek tekliflerini de geri çevirmişti.

İRTİBATI KESMEDİ
Mısır Kralı Birinci Fuad’ın cazip tekliflerini de reddeden Abdülmecid Efendi, durumunu korumayı bilmiş ve Fransa’ya yerleşmesinden sonra sadece sanatla meşgul olmuştu. Sergilenen tabloları gayet beğeniliyordu. Halife, Türkiye Cumhuriyeti’nden siyasi sebeplerle ayrılan kişilerle de görüşmüyor, ancak şehzadeliği ve veliahtlığı zamanında dost olduğu ve yeni rejimin kuruluşunda görev almasına rağmen kendisiyle eski dostluğu sürdürmek isteyen Ali Fethi Okyar, Ruşen Eşref Ünaydın ve Enis Akaygen gibi isimlerle irtibatı koparmıyordu.

GESTAPO’NUN ELİNDEN KURTARDI
Abdülmecid Efendi, İkinci Dünya Savaşı yıllarında Paris’te idi. 1943 Haziranı’nda Gestapo tarafından kimlikleri tespit edilen ve yakalanmak üzere olan yedi Fransız direnişçi, Abdülmecid Efedi’nin evine sığınmıştı. Halife, durumu öğrenen semtteki Alman askeri makamının talebine rağmen Fransızlar’ı geri vermemiş ve Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya ile müttefik olan Osmanlı İmparatorluğu’nun yaş ve makam bakımından en “yetkili”si olarak Paris işgal komutanı ile görüşüp ilticacıların kendisine emanet edilmesini istemiş ve bundan böyle faaliyette bulunmayacakları garantisi vermişti. Alman generali, Berlin’in görüşünü aldıktan Halife’nin talebini kabul etmişti.

ON YILLIK CENAZE
Son Halife, İkinci Dünya Savaşı’mn sonuna gelindiğinde, 6 Haziran 1944’te Normandiya’ya çıkarma yapan ve daha sonra Paris’e yaklaşan Amerikan kuvvetleri ile Almanlar arasında şiddetli çarpışmaların yaşandığı 1944’ün 23 Ağustos akşamı geçirdiği bir kalp kriziyle hayatını kaybetti. Müttefikler Son Halife’nin ölümünden iki gün sonra, yani 25 Ağustos’ta Alman orduları, Paris’e girdiler ve Nazi işgaline son verdiler. 14 Haziran Halife’nin kızı Dürrüşehvar Sultan, Abdülmecid Efendi’nin vasiyeti üzerine babasının cenazesini İstanbul’da defnedebilmek için girişimlerde bulundu fakat bu çabalar sonuç vermedi. Halife’nin naaşı Paris Camisi’nin bir hücresinde tahnit edilmiş olarak on yıl boyunca bekletildi ve 10 yıl sonra Suudi Arabistan’a götürülüp 30 Mart 1954 günü Medine’de toprağa verildi.

patronlardunyasi.com