Han'ın 5. katında ziyarete açılan ve odalardan oluşan serginin çerçevesi, rüya, mağara ve renk metaforları üzerinden oluşuyor.
Denizhan Özer'in küratörlüğünde hayata geçen sergiye ilişkin açıklamada bulunan sanatçı Haratoka, serginin 4 yıllık bir çalışma sonucu hazırlandığını belirterek, "Çok uzun zamandır zaten şifa teknikleriyle dünyanın farklı yerlerindeki mitolojilerle kadim şifacıların kullandığı renk terapileriyle ilgili eğitimler alıyorum. Şu anda da İstanbul Üniversitesinde Ön Asya Arkeolojisi okuyorum. Dolayısıyla bu aslında İbn Sina'dan başlayan bir renk terapisi yolculuğuydu." dedi.
"KENDİMİZİ İYİLEŞTİRMEYİ HATIRLAMAMIZ GEREKİYOR"
Haratoka, İbn Arabi'nin ayna metaforunu, psikiyatr Carl Gustav Jung'un ise mağara metaforunu okuduğunu, Platon'un yanı sıra Doğu ve Batı felsefesinden birçok önemli ismin anlatılarını incelediğini dile getirerek, şöyle devam etti:
"Hep baktığımda insanın ruhunun içinde gizli kapaklı mağaralar olduğu ve aslında biz günlük hayatın akışında bu mağaralardan uzaklaştığımız, onları kapalı tuttuğumuz ve ruhumuzdan gittikçe uzaklaştığımız bir dönemdeyiz şu anda. Sosyal medya veya televizyonlar bize ne dikte ederse o insanlar olmaya dönüşüyoruz gibi. Oysaki bizim hepimizin ifade etmesi, kendimizi, dünyayı, doğayı sevmesi, teslimiyet duygusuna inanmamız, bir umut duygusuyla kendimizi iyileştirmeyi hatırlamamız gerekiyor."
Serginin bir anne karnı yolculuğundan başladığına işaret eden Haratoka, "Anne karnından sonra Anadolu'nun sivil medeniyetinin tek tanrıçası Kibele'ye bir gönderme var. Çünkü kadının ölüm ve yaşam arasındaki döngüsünün ne kadar güçlü olduğunu, mağaralarda Kibele'ye inanan Frigler yaşatıyormuş." diye konuştu.
"SERGİDE İKİ BÜYÜK ENSTALASYONUMUZ VAR"
Sanatçı, serginin doğum odasına ve enstalasyonlara da değinerek, şunları kaydetti:
"Kadının bugün şiddete uğrayan ötelenen veya metalaştırılan haline bir 'dur' demek için, aslında içimizde var olan her türlü tohumu, bir fikri çocuğu, eylemi, duyguyu yetiştirip, büyütüp, dünyaya getirebileceğimizi hatırlatmak üzere doğum odasını özellikle yaptım. Mağaralardan sonra rüya odalarına giriyoruz. Orası karanlık değil aydınlık odalar. Çünkü Anadolu medeniyetlerinde rüyalar çok kıymetli. Bu topraklarda Antik Yunan'da Bergama'da Asklepion Tapınağı varmış ve çok önemli bir şifa merkezi. Asklepion'da tıpkı serginin bir tüneli gibi hastalar yürüyor ve sonra bir rüya odasına yatıyormuş. Gördükleri rüyaları oradaki yorumculara anlatıyorlar ve yorumcular hem hastalığın hem de şifanın ne olduğunu, o rüyayı yorumlayarak buluyor. Bu çok büyük bir bilgi ve binlerce yıl bu medeniyetler, bu tip tekniklerle insanları iyileştirmiş. Sergide de iki tane büyük enstalasyonumuz var. İkinci olan 'Kendini Serbest Bırak Yatağı'. Aslında dünyevi tellerden, kafeslerimizden kurtulup bir rüyalar aleminde maneviyatı yüksek insanlar olarak uykuya, ruhumuzla birleşmeye, daha özgürce yatalım diye o yatağı koyduk."
Serina Haratoka, sergide ayrıca bir aşk hikayesini ele alan bir oda hazırladıklarına dikkati çekerek, "Sığlaşan dünyamızda, duygulardan kaçan insanlar olmak yerine, kıymet veren, emek veren sadece kendini değil karşısındakini düşünen, kadın ve erkek olmanın da çok önemli olduğunu düşünüyorum. Onun için rüyaların en güzel noktasına güzel bir aşk hikayesi koydum. Tıpkı 'İlahi Komedya'da Dante'nin cennette Beatrice ile kavuşması gibi. Biz de bu bembeyaz sürreal odada güzel bir aşk hikâyesine tanık oluyoruz." ifadelerini kullandı.
İki enstalasyonun yanı sıra yağlı boya tablolardan oluşan "Mağaralar" serisinde Antik Hint, Mısır ve Yunan medeniyetlerinde kullanılan renk terapisinin kendisine rehber olduğunu söyleyen Haratoka, "Dolayısıyla mağaralarda sevgiyi, ifade ve teslimiyet gücümüzü arttırmak için yeşil, mavi ve mor renkleri kullandım. Rüyalar ise bir film fragmanı gibi yine yağlı boya ama daha figüratif, daha anlaşılabilir eserler." şeklinde konuştu.
"Rüya Mağaraları" sergisi, 24 Ocak 2025'e kadar ziyarete açık olacak.
patronlardunyasi.com