"Picasso İstanbul'da", Sakıp Sabancı Müzesi'nde, 24 Kasım 2005-26 Mart 2006 tarihlerinde sanatçının eserlerine ilgi duyanlar için ele geçmez bir fırsat sunmaktadır. Bu fırsatı yakalayabildiğim için kendimi şanslı sayıyorum. 16 Aralık Cuma günü birkaç gazeteci dostumla birlikte müze yönetiminin sağladığı teknik destekle, hayatımda hiç görmediğim kadar çok Picasso eserini bir arada bulmak, tek tek seyretmek, her bir eser karşısında ne algıladığımı test edebilmek, bilgilenmek ve içimdeki estetikle ilgili titreşimleri yeniden ve derinden yaşayabilmek. İşte, benim için yaşamak bu...
Siyaset, hayatınızı yaşayamamak demektir. Sizi ve size ait tüm zamanınızı insanların paylaştığı, size kendinizce tasarruf edeceğiniz zamanın kalmaması demektir. Siyasetteki 15 yılımın büyük çoğunluğu böyle geçti. Artık bunun sürdürülemez olduğunu görüyorum. İnsanlar beni paylaşırken, kendimi sürekli yenilemediğim taktirde, beni paylaşanlara da verebileceğim bir şey kalmayacağını hissediyorum. Zamanı makaslıyorum. Kendimi paylaşıma kapatıyor, kitap okuyor, akademisyen ve sanatçı dostlarımla sohbet ediyor, sinemalara, konserlere gidiyor, sergilerde-müzelerde kendimi yeniden üretmeye çalışıyorum.
"Picasso İstanbul'da" gezisi, zamanı tam kendim için makasladığım, zamanı kendim için kullandığım bir günün büyük bir kazanımıdır.
Sanatla yolculuğum, her insan gibi doğuşla başlar. İnsan hayata ses ve şekil cümbüşü içinde gözlerini açar, algılarında gelişmeler ve değişimlerle büyür. Sonra kimileri sanatkar olur, kimileri sanatsever... Pek çok kişi ise ilgisiz yaşar sanata veya estetiğe. Kendimi ikinci grupta görüyorum. Daha lise yıllarımda, İslam uygarlığına duyduğum ilgiyle kah Hindistan'a uzanıp "Baburname"yi, kah İspanya'ya uzanıp Salih Bin Şerif'in "Endülüs'e Ağıt" şiirini başucumdan eksik etmiyordum. Doğu'ya yöneldiğimde Tac Mahal, Batı'ya uzandığımda El-Hamra Sarayı, bazen Süleymaniye, Selimiye ve elbette Ayasofya henüz görmeden büyük sanat yapıtlarına duyduğum ilgiyi kamçılıyordu. Sonra fakülte yıllarım başladı. Bazı edebiyat dergilerini izliyordum. Varlık yayınlarının yıllıkları ise kitaplarım arasında yer aldığı kadar elimden de düşmemiştir. Varlık Yıllıklarından 1973'mü, 1974'mü iyi hatırlamıyorum.. Ama Pablo Picasso'nun (1881-1973) ölümü münasebetiyle bu büyük sanatçıya geniş yer ayırmıştı. Varlık Yıllığındaki Picasso değerlendirmeleri ve eleştirileri, belki de sanatçıyla karşılaşmama yol açan ilk yazılardır. Yıllar sonra on binin üzerinde eser sahibi bir sanatçının 135 eserini bir arada bulmak, her zaman ele geçirilemeyecek bir fırsat olmuştur.
Sanat insanı barışa davet eder
Picasso için, her birine tarih atmayı ihmal etmediği her bir eseri, bir ayrı güncedir. Sergiyi gezerken aynı zamanda bir otobiyografi okur gibisinizdir. Onu, özel hayatını ve sanat anlayışını çocukluğundan itibaren okumaya başlarsınız. Kronolojik sıraya uygun bir gezintiyi tercih ediyorsanız karşınıza ilk çıkan resim, henüz 14 yaşında iken çizdiği bir kuştur. Muhtemelen bir serçe. Daha o yaştaki ustalığı, sanatçı bir aileden gelmenin tüm avantajlarını kullandığını fark etmenizi sağlar. Picasso'nun geleneğe uygun, her bir tüyün şekillenişindeki ayrıntıyı nasıl daha o dönemde yakaladığını görmek, sıradaki eserlerin sizi mıknatıs gibi çekmesine yol açar. Sergide yolculuğunuz mavi renklerle sonra pembe renklerle buluşturur sizi. Aslında onun sanat güncesinde "Mavi Dönemi", sonra "Pembe Dönemi" okumuş gibi olursunuz...
İlerlerseniz Kübizmin doğuşunu ve gelişimini izlersiniz. Tüm şekiller parçalanmıştır artık. Ayrı ayrı kareler tek bir bütün oluşturmuştur. Bir insanın tüm uzuvlarının, bir kemanın her bir parçasının, dört bir yana birbirinden kopartılarak dağıtıldığını görürsünüz. Sanki çocuk karalamaları gibidirler. Bir anlamda geleneği değiştirme çabaları içinde resmin, düzen ve denge duygusunu, doğadaki kalıcı biçimleri ihmal ettiğine, gerçek sanatın en ilkellerin arasında bulunacağına duyulan inançtan doğan modern sanatın değişik ekollerinden b