Kaan İNCİLİ
Porto’nun her sokağı, her köşesi ayrı bir hikâye anlatır. Sizi ilk anda sarıp sarmalayan bir şehir burası. Avrupa’nın yavaş akan zamanlarından bir kesit sunar gibi…
İlk durağımız tabii ki Ribeira bölgesi. Nehir kenarındaki tarihi evleri, rengarenk cepheleri, çamaşır iplerinden sarkan hayat izleri ve arnavut kaldırımı dar sokaklarıyla Porto’nun ruhunu en iyi anlatan bölge. Bir masada oturup Douro’ya karşı Porto şarabı eşliğinde kurutulmuş morina balığı tadarken, hayatın yavaş ritmine ayak uyduracaksınız.
Luis I Köprüsü, hem nehrin hem de şehrin iki yakasının kalbini birbirine bağlayan dev bir metal sanat eseri adeta. Üst katından yürüyüp bir yandan Gaia’ya, bir yandan Ribeira’ya bakarken, kendinizi bir kartpostalın içindeymiş gibi hissedeceksiniz.
Gaia tarafına geçtiğinizde sizi karşılayan onlarca şarap mahzeni olacak. Burada Porto Şarabı’nın üretim hikayesini dinlemeden, tadım yapmadan ve birkaç şişe almadan dönmek olmaz. Sandeman, Graham’s veya Taylor’s gibi köklü markaların mahzenlerinde dolaşırken, zamanın nasıl geçtiğini fark etmeyeceksiniz.
Porto demek azulejo demek. O mavi-beyaz seramik panoların en etkileyici örneğini São Bento Tren İstasyonu’nda göreceksiniz. Duvarları boydan boya süsleyen 20.000’den fazla seramik karo, Portekiz tarihini görsel bir anlatı olarak sunuyor. Bir tren gelmese bile istasyonda biraz vakit geçirmek isteyeceksiniz. Clérigos Kulesi, şehri yüksekten görmek isteyenler için mükemmel bir durak. 240 basamak sonunda ulaştığınız tepe noktası size Porto’nun kırmızı kiremitli çatılarının büyüsünü sunacak. Yorgunluğunuz, manzarayla beraber uçup gidecek.
Alışveriş için ise Rua de Santa Catarina güzel bir seçenek. Özellikle Café Majestic’te içeceğiniz bir kahve, sizi bir yüzyıl öncesine ışınlayabilir. Ahşap dekorları, aynaları, kristal avizeleriyle sadece kahve değil, zaman içiyorsunuz orada.
Sanatseverler için Porto sadece nehir kıyısındaki taş sokakları, renkli evleri, ünlü şarapları ve dar sokaklarda kaybolmalarla değil; aynı zamanda insanı zamanlar arasında gezdiren müzeleriyle de büyüleyen bir şehir. Sanat, tarih, tasarım, modernizm ve nostalji… Hepsi bu şehirde farklı kapılarla karşımıza çıkıyor.
İlk durağımız şehrin modern yüzü: Serralves Müzesi (Museu de Arte Contemporânea de Serralves). Portekiz’in en önemli çağdaş sanat müzesi olarak kabul edilen bu yer, sadece sergileriyle değil, mimarisiyle de etkileyici. Álvaro Siza Vieira’nın imzasını taşıyan bu yapı, sanatseverleri bembeyaz duvarlar arasında sessiz bir keşfe çıkarıyor. Müzenin hemen yanındaki Serralves Parkı ise şehirden uzaklaşmak isteyenler için doğanın içindeki huzur.
Sanatın ardından tarih geliyor. Museu Nacional Soares dos Reis, Porto’nun en eski ve en geleneksel müzesi. 19. yüzyıldan kalma bir sarayın içine kurulmuş olan bu müzede, Portekizli heykeltıraş António Soares dos Reis’in eserleri başta olmak üzere porselen, resim ve mobilya koleksiyonları bulunuyor. Eğer eski Avrupa aristokrasisine ve sanatına ilginiz varsa bu müze sizi içine çekecek.
Biraz daha farklı bir şey görmek isteyenlere ise World of Discoveries müzesi önerilir. Bu interaktif müze, Portekizli denizcilerin dünyayı keşfetme yolculuklarını anlatıyor. Sadece bilgi almak değil, bir gemiye binip deniz fırtınaları eşliğinde yol almak gibi bir deneyim arıyorsanız, çocuk ruhunuzu yanınıza alıp gitmeniz gereken yer burası.
Casa do Infante, yani Prens Henry’nin doğduğu ev. Porto’nun tarihi liman bölgesinde yer alan bu müze, hem denizcilik tarihine hem de şehrin Roma dönemine kadar uzanan geçmişine ışık tutuyor. Zemin katta sergilenen mozaikler ve kazılarda çıkarılmış antik eşyalar oldukça etkileyici.
FC Porto Müzesi, futbolseverler için başlı başına bir hac yolculuğu. Estádio do Dragão’nun içindeki bu müze, sadece kulübün başarı hikayesini değil, Portekiz futbolunun ruhunu da anlatıyor. Göz kamaştırıcı kupalar, efsane formalar ve maç anılarının arasında gezerken zaman nasıl geçiyor anlamıyorsunuz.
Küçük ama etkileyici bir başka müze ise Portuguese Centre of Photography (Centro Português de Fotografia). Eski bir hapishane binasında yer alan bu merkez, hem fotoğraf sanatına hem de mimari olarak Porto’nun içe dönük geçmişine ışık tutuyor. Avluda yankılanan adımlarınız, belki de bir zamanlar burada kalan mahkûmların anılarına dokunur gibi…
Porto’da müzeler sadece bilgi değil, duygu da verir. Her biri başka bir hissi, başka bir zamanı ve başka bir hikâyeyi fısıldar ziyaretçisine. Şehrin içinde dolanırken bir müzeye girmek, aslında Porto’nun içine bir pencere daha açmak gibidir.
İçeri girin, bakın, hissedin.
Son olarak bir gün batımı… Foz do Douro bölgesinde, Atlantik’le Douro’nun buluştuğu yerde. Deniz kenarındaki taş duvarlara oturup güneşin denize vedasını izlerken, içten içe bu şehirle vedalaşmak istemeyeceksiniz.
Tatmadan Dönmeyin: Bacalhau à Brás, Francesinha, Porto Şarabı
Görmeden Dönmeyin: Ribeira, São Bento Tren İstasyonu, Luis I Köprüsü, Clérigos Kulesi
Ertelemeyeceğiniz tek hayaliniz, sizi farklı ufuklara götürecek yeni seyahatler olsun.
Sevgiyle kalın.
patronlardunyasi.com