Patronlar


Koç Holding Şeref Başkanı ve Vehbi Koç Vakfı Yönetim Kurulu Başkan Vekili Rahmi M. Koç, Vakfı’nın 55. kuruluş yıldönümü vesilesiyle, vakfa emeği geçen kişileri ağırlamak üzere başlatılan “Vehbi Koç Vakfı Sohbetleri”ne katıldı.  
 
Türkiye’nin en ünlü iş insanlarından olan ve 94 yaşında bile fit görüntüsüyle dikkatleri çeken Koç, bu söyleşide Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk özel vakfı olan Vehbi Koç Vakfı’nın kuruluş sürecini ve dünyaca tanınan bir koleksiyoner olma hikayesinin başlangıcını, nostaljik bir dille anlattı. Koç, çocukluk anılarını ve bugün Türkiye’nin farklı illerinde dünya endüstriyel mirasının değerli örneklerini barındıran müzelerinin doğuş hikayesini de aktardı.

“VAKFIN GELİRİ HOLDİNGİN YÜZDE 10’UYLA FİNANSE EDİLİYOR”
 
Koç, Vakfı’nın kuruluş süreciyle ilgili şunları anlattı:

“Babam ve annem, 1945 yılında kardeşim Sevgi Gönül’ü duyma sorununu tedavi ettirmek için Amerika’ya, Johns Hopkins’e götürdüler ve ameliyat ettirdiler. Vehbi Koç, gittiği her yeri tetkik eder, dikkatle incelerdi. Amerika’da üniversitelerin, hastanelerin ve müzelerin büyük vakıflar tarafından kurulduğunu veya finanse edildiğini gördü. Bu gözlemlerinden yola çıkarak Türkiye’de benzer bir yardım sisteminin oluşturulması gerektiğine karar verdi. Osmanlı’dan kalan vakıflar Türkiye’de hala mevcuttu, ancak yeni bir yapı oluşturmak gerekiyordu. Bunun için 16 yıl boyunca çalışıldı ve nihayetinde, Vehbi Koç Vakfı kuruldu. Bugün şahsi yardımlarımız dışındaki bütün yardımlarımız Vehbi Koç Vakfı aracılığıyla gerçekleştiriliyor. Vakfın geliri, Koç Holding’in gelirinin yüzde 10’u ile finanse ediliyor. Vehbi Koç Lisesi, Koç Üniversitesi, Amerikan Hastanesi ve müzelerimizin yanı sıra desteklediğimiz diğer kuruluşlar ve vakıflar da bulunuyor.”

HEDİYE OYUNCAK TREN DETAYI

Rahmi M. Koç, çocukluğunda babası Vehbi Koç’un hediye ettiği oyuncak bir trenin, koleksiyonerliğine yol açışını da, başlangıç hikayesi olarak paylaştı.

Eskiden iş adamlarının, Berlin’e, Macaristan’a veya Viyana’ya gittiklerini belirten hikayesini şu sözlerle dile getirdi:

“Avusturalyalı bir dadımız vardı. Babamız gittiği zaman kız kardeşim Semahat’a (Semahat Arsel) kutu bebeği getirirdi. Bana da kendine göre bir şey getirirdi. Dadımız ‘Babanıza söyleyelim; bize sistematik bir hediye getirsin, Martin tren getirsin mesela’ dedi. Biz de babamızdan istedik. O da bir lokomotif, bir de bir kömür vagonu getirmiş. Dadımız ‘Bunun arkası da var’ deyince babam ‘Her gittiğimizde biraz getiririz, tamamlarız’ dedi. Sonra buharlı silindirler, buharlı gemilerle bir koleksiyon başladı. Üniversite zamanında da merakımız devam etti. Paramız oldukça bir şeyler alırdık. Öyle öyle birikmeye başladı…” 

HENRY FORD’UN MÜZEYE KATKISI

Müzelerinin kuruluş hikayesini de aktaran Koç, “1958-1959 gibi Otosan’ı kuracağız. Bizi Detroit’e gönderdiler. Otosan’ın makinelerinden Ford’a sipariş etmek üzere… Üç hafta kaldık. Henry Ford Müzesi vardı. Vaktim boş olduğunda bu müzeye giderdim. Otomobilin seri imalat olarak dünyaya yayılması Henry Ford sayesinde olmuştur. Müzesi, geniş, kapsamlı ve tam Amerikan hayatını aksettiren bir müzeydi. Türkiye’ye geldik. Biz de bir müze kuracağız, kendi sanayimizden artan şeyleri koyalım dedik. Türkiye’nin endüstriyel hayatına yönelik hiçbir şey kalmamıştı. Bulabildiklerimiz ya yurtdışından ithal edilenlerdi ya da yurtdışından aldık, getirdik. 7’den 70’e kadar, hatta şimdi hayat uzadı 5’ten 90’a kadar alakasını çekecek nitelikte olmalıydı; öyle de oldu. Bizim müzede tüm ailenin ilgisini çekecek şeyler var” dedi. 

ÇOCUKLUK ANISI: “ÜŞÜYEN ÇOCUĞA KAZAĞIMI VERDİM”

Bir röportajında, ”Okula sefer taslarında kendisi kadar şanslı olmayan çocuklar için, onların haberi olmadan fazladan yemek götürdüğünü” söylemesiyle ilgili soru sorulan Koç, yardım konusunun aile geleneğinden geldiğini belirterek, başka bir örnek sundu:

“Köprü yokken biliyorsunuz araba vapurunda sıra beklerdik. Bir tarafı Üsküdar, bir tarafı Kabataş. Bir gün annemle beraber orada oturuyoruz. Bir çocuk geldi. Eylül sonuna doğru. Tarih. Buz gibi bir hava. Çocuk lastik ayakkabısı, çorapsız. Göğsü bari açık geldi. Yeni hayat karamela satıyordu. Baktım çocuk çok üşüyor. Çıkardım kazağımı verdim çocuğa. Annem dedi ki ya sen ne yapıyorsun dedi. Orada iki çocuk daha var dedi. Onlar ne olacak dedi. Bilmiyorum dedim. Sonra annem şoförü göndermiş ertesi gün. İki tane daha kazak aldırmış. O çocuklara verdi. Dolayısıyla bizim ailede yardım etme kültürü var.”

AYVALIK’TAKİ MÜZE: YARDIMCISININ İLÇEYİ TANITMASI VE DEĞİRMEN MERAKIYLA AÇILDI

“Peki Ayvalık'ta bir müzeniz var. Bunu çok merak ediyorum. Bu kararın arkasındaki itici güç neydi?” sorusunu yanıtlayan Koç, şunları dile getirdi:

“Üç sebebi var. Bir tanesi benim yardımcım Sinan Pişkin. Ayvalık'a çok meraklı. Orada da bir evi var. Sık sık gider gelir. Ayvalık'a bizi tanıtan o oldu. İkincisi, Büyükelçi Necdet Kent. Beni çok etkileyen bir diplomat, bir büyüğümüzdü. Çok severdim ve değişik bir insandı. Çok okurdu. Büyük malumatı vardı ve eskiye, antikaya olağanüstü bir merakı vardı. Muhtar dedi ki, babam vefat etti, kütüphanesi var dedi, hibe etmek istiyorum sana dedi. Nereye koyacağız bu kütüphaneyi falan diye. Çünkü Muhtar kentin annesi Aybalıklıydı, oranın maruf bir ailesinden. Dolayısıyla aradık taradık, Cunda adasının tepesinde eski bir bina mı dersiniz, yanında da bir değirmen vardı perişan halde. Onları restore ettik ve muhtarın babası, Büyükelçi Necdet Kentbey'in kitaplarını oraya koyduk. Değirmen merakım vardı, o değirmeni de restore ettik. Onun tepesinde de kendime küçük bir oda, en üstte orta katta oturma yeri, alt katta da işte mutfak gibi bilmem ne. Bir gün yatmadım ama orada, onu da söyleyeyim. Ondan sonra orada işte gezerken falan bir kilise bulduk, 1830'dan kalma bir kilise. Dedik ya şu kiliseyi restore edelim, içine bizim elimizde müzelerimizden kalan eserleri orada teşhir edelim. Üçüncü faktörde Ayvalık'ın Midilli Adası'na çok yakın olmasından dolayı oradan her gün Yunanlılar geliyordu Ayvalık'a. Taze meyve, sebze, et alırlardı. Ayvalık'ta gezerlerdi. Ayvalık büyük bir yer tabii. Onlar bu işe çok merak saldılar kütüphaneye. Çünkü Necdet Bey'in kitaplarının bir kısmı hanıma Ayvalıklı olduğu için Yunan kültüründen, Yunanlılarından, şimdiden bunlar. Ondan sonra dedik ya bu kiliseyi restore ettik, içine de eşyalarımızı koyalım. Koyduk. Vakıflardan aldık, kiraladık. Şart koştular senede bir defa aynı yapılabilir diye. Onda peki dedik. Senede bir defa geliyor. Patrik Hazretleri orada dua ediyor arkadaşlarından. Ondan sonra orası dar gelmeye başladı. Yine bizim yardımcımız Sinan Efendi, burası çok dar geliyor dedi. Gittik deniz kenarında bir yer bulduk. O yerde vaktiyle Arçeilk'in genel müdürü vardı, Ali Mansur. O vebat etmiş, çocuklarına kalmış bir yerde İngiltere'de oturuyor. Onlardan satın aldık. Onlar da orayı bir butik otel haline getirmek için projelere falan yaptırmışlar. Ayvalık'taki müzeyi yaptık deniz kenarında. Deniz kenarında oluşu güzel çünkü hem adalardan geliyorlar hem karşı Cunda'dan geliyorlar. Hem de şehrin içinde olduğu için şehirden geliyorlar. Bir de önüne lokanta yapmayı düşünüyoruz. Buradaki müzemiz gibi yemek de yiyebilsin diye. Ama orası çok küçük butik bir yer. Bakalım nasıl olacak. Bunlara para harcıyoruz. Ama çok güzel.”

TÜRKİYE’DE MÜZECİLİK: DEĞİŞİKLİK YAPILMALI VE ZAMAN ZAMAN SERGİLER AÇILMALI

Türkiye'deki müzeciliği değerlendiren Koç, ülkede bu konuya para harcayan gruplar olduğu, yalnız ne var ki müzeciliğin zannedildiği kadar basit bir şey olmadığı, halkın nabzını devamlı tutmak gerektiği, aynı şey aynı yerde devamlı görülürse alakanın kaybolacağı, devamlı değişiklik getirme ve zaman zaman sergiler açma ihtiyacı doğduğu beyanlarında bulundu. 

Ayrıca eserlerin temiz, etiketlerin okunur şekilde olması gerektiğini kaydeden Koç, “Bazı müzelerde düğme vardır, bastığın zaman makine işler. Bunu işlemesi lazım. Şimdi iki türlü obje var. Bir tanesi statik, bir tanesi çalışan obje. Onlara da dikkat etmek lazım. Yani çalışanın iyi çalışması, statik objenin de iyi aydınlatılması ve albenisi olması lazım. Merak çok Türkiye'de. Herkes bir şey yapmaya çalışıyor. Tabii bunların mali imkanlara göre, bilgilere göre ve eldeki eserlere göre büyüğü var, küçüğü var. Pek alakalı çekmeyenler de var ama bir şeyler oluyor memlekette. Müzeciliğe doğru bir akım var” diye konuştu.
 
HARVARD ÜNİVERSİTESİ’NDEKİ KÜRSÜ HİKAYESİ

Vehbikoç'un birinci ölüm yıl dönümünde Harvard Üniversitesi'nde kurulan Türkiye Etütleri Kürsüsü'nden bahseden Koç, şu değerlendirmede bulundu:

“Buna verilen destek, Türkiye'nin tarihinden kültürüne, ekonomisinden sosyal dinamiklerine kadar geniş yelpazede konulara odaklanmasını sağlıyor bu kürsünün. Dr. Üner Kırdar, UNDP'de iki numaralı adamdı. Bizim yakından tanıdığımız Lütfi Kırdar'ın oğlu. Geldi bir gün Vebi Bey dedi ki, sizin isminize bir ödül koyalım dedi, Birleşmiş Milletler'de dedi. Her sene verilsin dedi. Babamızın da çok hoşuna gitti. Şeyle konuşuldu, o zaman İhsan Doğrumancı Bey üniversite kuruluyor, bilmem ne, yakın çalışıyoruz. O dedi ki orada unutulur gider, sizin isminiz Birleşmiş Milletler'de. Bunu Türkiye'de yapın, sizin ödülünüzü Türkiye'de verin, o ses getirir. Ama diğer taraftan da Harvard'da bir kürsü yaparsanız, Türkiye'yi tanıtan ve Türk kürsüsü olarak bilinen, adını da Vehbi Koç, şeyi derseniz kürsüsü, iyi olur, o kuruldu, Cemal Kafadar diye gayet kıymetli bir profesör, onun başına getirildi. Ve o öyle kuruldu o kürsü. Bana sorarsanız ben çok ses getirdiğini hissetmedim. Ama teknik adamlara sorarsanız fevkalade oldu diyorlar. Dolayısıyla biz belki işin magazin tarafında mı teklif ettik yoksa teknik tarafa o kadar bakmadık mı? Teknikman çok kabiliyetli bir profesör, çok iz bıraktı diyorlar. Onun hikayesi de bu.”

“DÜNYADA ÇOK ENTERESAN, ÇOK ÇALIŞKAN TÜRKLER VAR”

Rahmi Koç, Rahmi Koç Bilim Madalyası'nın öncü ve genç bilim insanlarına ödül olarak sunulması hakkında da, şu anektodu paylaştı:

“Prof. Ümran İnan. 14 sene koç üniversitesinin başkanlığını yaptı. Ondan çıktı bu fikir. Ben de tersine bir şey söylemedim. Ondan sonra hakikaten baktık ki dünyada çok enteresan konularda çok enteresan ve çok çalışkan Türkler var. Dünya ismini biliyor, biz bilmiyoruz o kişilerin isimlerini. Her sene böyle birini buluyorlardı. ve Rami Koç ödülü veriyorlardı. Onun için ben iftihar ediyorum. İftihar ediyorum ki böyle Türkler yurt dışında tanımadığımız, bilmediğimiz, görmediğimiz birileri gelip bu ödülü alıyorlar. Türkiye'nin bilmediği değerlerin buraya getirilip tanıtılması, neler yaptıklarının kamuoyuna bildirilmesi, duyurulması ve anlatılması. O bakımdan çok memnunum. Hatta şimdi ödül sahiplerinden biri Prof. Dr. Metin Sitti, Koç Üniversitesi'nin yeni rektörü. Evet, o da kıymetli bir akademisyen. O da ödül aldıktan sonra gene Almanya'ya dönmüştü. Unutulmuş değildi ama gözden ırak olmuştu. Şimdi buraya geldiği zaman tabii onun ağırlığını, bilgisini, görgüsünü ve bilhassa araştırma, geliştirmedeki başarısını göreceğiz.”

AMERİKAN HASTANESİ’NİN BABA İTİRAZINA RAĞMEN VAKFA GEÇMESİ

Amerikan Hastanesi'nin Vehbikoç Vakfı'na, baba Vehbi Koç’un itirazlarına rağmen kendi ısrarları sonrası geçmesiyle ilgili de konuşan iş insanı, hikayeyi şu ifadelerle anlattı:

“Burada bulunan yabancı şirket genel müdürleri, bunun mütevelli heyeti üyesini teşkil ediyoruz. Ondan sonra başkan da onlardan biri. Türkiye'den de birkaç isim çağrılıyor heyete. Bizim babamız da çağrılıyor, birkaç defa gidiyor. Ben diyor, burada şey yapamam, sen gel otur benim yerime diyor. Biz de soruyoruz, beni kabul ediyorlar. Ben de geldim, onun yerine oturduk. Bu arada Amerikalılar yavaş yavaş gittiler, geldiler, dediler ki artık bunun başkanı Türk olsun, mücevheriyet başkanı. İlk olan reklamcı, Acıman oldu. Acıman bir sene mi, iki sene mi yaptı? Ben dedi yoruldum artık dedi, sen ol dedi. Biz oradan başkanlığı aldık. En nihayet Amerikalılar diyorlar ki biz burayı kapatacağız, götüremiyoruz diyorlar. Ben de başkanım. Sonra konuşuyoruz, ediyoruz, bilmem ne yapıyoruz. Siz devralır mısınız diyorlar. Biz dedik ki hiç hastane sahibi olmadık, bilmiyoruz bu nasıl olur, nasıl edilir. Muhakkak işliyoruz. Geliyoruz babamıza soruyoruz. Babam diyor ki oğlum biz otogazcıyız, kaloriferciyiz, bu şeyleri biz anlamayız, yapamayız. Başımıza dert olur. Ben ışrar ediyorum. Başka türlü kapanacak bu. 

İstanbul'da da tanınan, bilinen bir hastaneye nihayet ikna ediyoruz babamızı. Amerikanlara diyoruz ki bir şartımız var. Buranın arsası çok kıymetli. On beş sene müddetle siz burayı hastane olarak idare edeceksiniz. Yoksa arsasına imrenerek burayı başkasına satıp başka türlü bir şey olmaz diyorlar. Biz orayı imza ediyoruz. Amerikan Hastanesi ve İlk Konuşma Vakfı'na öyle geçiyor. Şimdi hastanemiz çok iyi. Türkiye'nin hatta Amerika'daki, dahi hastanelerin fevkalade ilerisinde çok iyi bakım yapıyoruz. Amerikalılar geldiler, dediler ki bizim mütevelli eğitim üyelerine, hastaneleriniz var, vakfınız var, dediler, üniversiteniz var, niye bir tıp fakültesi kurmuyorsunuz dediler. Ankara'dan tıp fakültesi çok ses getiren bir üniversite şey olmaya başladı, fakültesi olmaya başladı. 

Bu sefer hükümet dedik ya, her tıp fakültesinin hastanesi olması lazım. Dolayısıyla Amerika Hastanesi aynı statüde olmadığı için oraya yeni bir hastane kurduk. Koç Üniversitesi hastanesi olarak orada araştırma, geliştirme yapıyoruz. Orada tıp fakültesi talebelere eğitim görüyorlar, hemşeriler orada staj görüyorlar falan. Orada hakikaten hastane konseptiyle dizayn edilmiş bir binadır. Ve fevkalade randımanlı ve şeydir, çalışılması kolay bir kuruluştur ve bina yerleşimi de buna müsaittir. Orası SSK şeylerini kabul etmek mecburiyeti ve sigortasını. Oradan da, halbuki Amerika Hastanesi'nin daha modern cihazları var. Aynı doktorlar orada var, burada var. Orası çok iyi bir katkı oldu bizim toplam kuruluşumuz. Ondan sonra Bodrum'da bir hastane satılıktı. İki doktorun kurduğu hastane. Orada da yabancılar geliyorlar yazın ihtiyaç oluyor. Hastaneyi oraya da aldık. Burada da bir kliniğimiz var bu tarafta. Şimdi dediler ki İzmirliler hep biz İstanbul'a tedaviye geliyoruz. ‘Acaba İzmir'de bir hastane olmaz mı?’ dediler. Biz de baktık. Hakikaten İzmir'de olur ama orada İzmir Ticaret Odası'nın yaptığı ve içine girmedikleri beton bir bina var. İzmir'in dışında bir yerde.”

İZMİR’DE AÇILACAK HASTANE: ARALIK AYINDA HİZMETTE

İzmir’de beton binanın alınmasından sonra yaşananları da aktaran Koç, “Onu onlardan çok cüzi bir fiyata satın aldık. Şimdi içini döşüyoruz ve yetiştirebilirsek gelecek sene aralık ayında İzmirlilerin emrine açacağız. Çok değerli doktorlar var, mutlaka bizimle çalışmak istiyorlar ve ümit ediyorum ki o hastaneyi açtığımız zaman İzmirliler ve İzmir'in hinterlantına hizmet edecek ve İzmirliler kalkıp her defasında İstanbul'a gelme durumunda olmayacaklar. O iyi bir şey olacak İzmir için, iyi bir yatırım” şeklinde konuştu.

VETERİNERLİK HASTANESİ KURULMASI: İLK HASTA BİR KARTAL

İstanbul'da, Türkiye'de veteriner sistemi ve branşının kuurumsallaşmadığını kaydeden Koç, “Dedi ki bunu daha sistematik, daha kurumsal bir şekilde yapalım. Vet-Amerikan isimli hastaneyi kurduk. Bu sene açtık onu. O daha ziyade köpek ve kedilere hitap ediyor. Biraz da kuşlar var. Onu açtık.  İlk hastamız bir kartal oldu. Çatıya düşen kartal. Yorulmuş mu? Onu aldılar, kanadını iyi ettiler ve saldılar, uçtu gitti. Dolayısıyla o hastane, Amerikan hastanesindeki bütün alet edevata sahip. Yani MR'ı var, ameliyathanesi var, bilmem nesi var ve çok sevdiğiniz bir hayvanınız ameliyat olursa yanında da yatabiliyorsunuz, o da var. Şimdi, eskiden bizim işte şuramız buramız ağırsa hemen kendimizi Amerika Hastanesi'ne atardık. Şimdi hayvan şuradan geçti, efendim şurası kanıyor hemen, taksiye atıyorlar ve Amerikan'a götürüyorlar” dedi.

SPOTIFY HESAPLARI ÜZERİNDEN ULAŞILABİLİYOR

Toplumsal fayda ve sorumlulukla hareket eden Vehbi Koç'un misyonunu, 1969 yılından bu yana Vehbi Koç Vakfı ile devam ettiriliyor. 

Yaşamın en temel gereksinimleri olan eğitim, sağlık ve kültür alanlarında yönetiminin üstlendiği kurumlar, desteklediği projeler ve düzenlediği programlar aracılığıyla Türkiye'ye fayda sağlamayı amaçlayan Vakıf ile ilgili, ‘Vehbi Koç Vakfı Sohbetleri’ne vakfın YouTube ve Spotify hesapları üzerinden ulaşılabiliyor.

 

patronlardunyasi.com