Ekonomi


Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, iki ay öncesiyle karşılaştırıldığında dünyadaki durumun biraz daha negatife doğru gitmiş göründüğünü, daha farklı bir konjonktürün olduğunu belirterek, ekim ayında açıklanması öngörülen Orta Vadeli Programla ilgili çalışmalarına bu yeni konjonktürü dikkate alacak şekilde son şeklini vereceklerini bildirdi.

     Türkiye'nin Washington Büyükelçiliğinde düzenlediği basın toplantısında gazetecilerin sorularını yanıtlayan Babacan, ''ABD'de katıldığı toplantılardan edindiği izlenimler doğrultusunda, yakında açıklanacak Orta Vadeli Program'da bir revize yapılmasının sözkonusu olup olmadığına'' dair bir soru üzerine, küresel kriz dönemindeki ilk orta vadeli programın 2009 yılının eylül ayında açıklandığını hatırlatarak, o günlerde pek çok ülke bütçe açığını artırarak, yani daha çok para harcayarak ya da vergileri azaltarak ekonomiye canlılık getirmeye çalışırken, Türkiye'nin, tam tersine, bütçe açığını azaltacak ve üç yıl boyunca da basamak basamak azaltmaya devam edecek bir program açıkladığını söyledi.
     Babacan, bu konuda şunları kaydetti: 

     ''O günlerin uluslararası manşetlere bir bakın, İspanya Başbakanı demiş ki 'ben ekonomiyi düzeltmek için tedbir alıyorum, vergileri azaltıyorum, şu kadar daha para harcıyorum'. Yunanistan'ın tedbirlerine bakın hatta, hep bütçe açığını artırma yönündeki tedbirler, yani devlet daha çok para harcasın, devlet biraz 'can suyu' versin ki ekonomi canlansın. İyi de eğer o devletin zaten borcu boğazına kadar geldiyse ve ilave yapacağı harcama veya bütçe açığını artıracağı o rakam da o borcun üzerine eklenecekse, zaten borç durumu ciddi sıkıntılıyken durumu daha da kötüye götürecekse, o tür politikalar işe yaramıyor. Bunu Yunanistan, arkasından İspanya, İrlanda, Portekiz hepsi yaşadı, şimdi İtalya yaşıyor. 

     Dolayısıyla biz baştan çok farklı bir yol seçtik kendimize, 'bu işin özü güvendir' dedik. Güveni merkeze koyacaksınız, sonra da o güveni artırmak için nereye, nasıl müdahale etmeniz gerekiyor, ona bakacaksınız. Yoksa diyelim ki işte ailelerin her birinin bütçesine 300'er dolar daha para getirecek bir tedbir alıyorsunuz ve bekliyorsunuz ki 300 dolar daha vergiyi düşürdük, şimdi ailenin kazancı 300 dolar daha artacak, gidecek o 300 doları harcayacak, harcayınca da ekonomi canlanacak. İyi de o ailenin reisi gelecek ay işini kaybetmekten korkuyorsa ya da siyaset sahnesine bakıp, o tartışmalardan, kavga gürültüden korkup, 'bu iş kötüye gidiyor, ne olacağı belli olmaz' havasındaysa, siz 300 dolar değil. 3000 dolar daha cebine para girecek şekilde vergiyi düşürün, bu işe yaramıyor malesef. Pek çok ülke yaşadı bunu. Bazıları hatta hala yanlışa devam ediyor''. 
     
     ''BİZ 'ÖNCE DEVLET SAĞLAM OLACAK' DEDİK''
     
     Babacan, işin özünde güvenin olduğunu, dolayısıyla güven ortamını nasıl sağlayacaklarına baktıklarını belirterek, şöyle devam etti: 

     ''Güven ortamı öncelikle kamu maliyesinin sağlam oluşundan geçiyor. Yani devletin hesabı kitabı sağlam olacak. Devletin borcu yönetilebilir miktarda olacak. Devletin bütçesi, geliri, gideri dengeli olacak. Eğer devlet sağlam olmazsa dengeleri kurmak mümkün değil, çünkü 2009'da, yani kriz ilk başladığında bir bankacılık krizi olarak başladı. Bankalar sorun yaşamaya başlayınca, devletler 'biz buardayız' dediler, bankalara arka çıktılar, bankaların imzasının yanında bir de kendi imzalarını attılar. Bankalar o şekilde ayakta durdu. Dolayısıyla bankalar sallanınca arkasını devlete dayayabiliyor ama devlet sağlamsa bunu yapabiliyor. 

     Fakat bugüne baktığımızda malesef devletler sağlam değil, devletlerin borcunu ödeyip ödeyemeyeceği tartışılıyor. Devletler sallanırken, devletler sırtını kime dayayacak sorusunun da cevabı yok. Hele hele bir ülkede hem devletin borcunu ödeyip ödeyemeyeceği tartışılıyorsa, hele o ülkenin bankaları böyle sallanıyorsa, işte o bir felaketin hazırlığı. Dolayısıyla biz önce devlet sağlam olacak dedik, çünkü dönüyor dolaşıyor iş ona dayanıyor. Yani biz kendimizi sağlamlaştırdık. Orta vadeli programla, devletin mali yapısını daha güçlendirecek tedbirlerimizi aldık ve onu da 3 yıldır tavizsiz uyguluyoruz. Daha sonra 2010'da güncelledik, beklentilerimizi, tahminlerimizi revize ettik. Şimdi tekrar o çalışma içerisindeyiz.'' 
     
     ''ORTA VADELİ PROGRAMI EKİM BAŞLARINDA AÇIKLAYACAĞIZ''
     
     Babacan, iki ay önceye göre dünyada daha farklı bir konjonktürün olduğunu ifade ederek, ''Dolayısıyla şimdi Ankara'ya döndüğümüzde tüm burada gördüğümüz bu tabloyu, bu yeni konjonktürü dikkate alacak şekilde çalışmalarımıza son şeklini vereceğiz. Ve inşallah herhalde Ekim başlarında bunu açıklarız. Zaten Anayasa gereği 17 Ekim'de bütçeyi Meclis'e göndermek zorundayız ve 17 Ekim'den önce de bizim orta vadeli programı açıklamamız gerekiyor. Orada mümkün olduğunca dünyada ve Avrupa'daki en son beklentileri ve en son durumu dikkate alan bir çizgi ortaya koymuş olacağız'' diye konuştu. 

     ''Büyüme beklentisinin düşmesi mümkün mü?'' şeklindeki bir soru üzerine Babacan, geçen yılki orta vadeli programdan bugüne kadar aslında resmen yeni bir büyüme beklentisi açıklamadıklarına dikkati çekerek, ''Ama münferit belki kendi şahsi gönlünden geçen tahminler, beklentiler zaman zaman dillendirilmiş olabilir, onların bir bağlayıcılığı, resmi bir niteliği yok. Ancak şu var ki, dünyadaki durum 2 ay öncesiyle mukayese ettiğinizde biraz daha negatife doğru gitmiş gibi görünüyor. Tabii bizim de bunu dikkate almamız lazım'' dedi. 
     
    ''MALİYE POLİTİKASINDAKİ SIKI DURUŞUMUZ DEVAM EDECEK''
     
     Babacan, bir soru üzerine, yeni programda tabii bir revize yapacaklarını belirtirken, ''hangi kalemlerde revize olacak?'' sorusuna da, ''Bugünü yansıtan, dünya ve Avrupa konjonktürünü yansıtacak şekilde tahminlerimizi yenileyeceğiz. Maliye politikasındaki sıkı duruşumuz devam edecek. Bundan daha fazlasını söylemem mümkün değil, çünkü onları son birkaç hafta daha çalışıp, sonra zaten açıklamamızı yapacağız. Detaya inmem mümkün değil, çünkü devam ediyor çalışma'' diye yanıtladı. 

     ''Doların Türk lirası karşısında yükselmesinin muhtemel yansımalarına'' dair bir soru üzerine Babacan, ''Son günlerde, son bir iki haftada dünyadaki ve Avrupa'daki ekonomik konjonktürde bir miktar bozulma var ve bu bozulmanın bir etkisi de gelişmekte olan ülkelerin para birimlerine oldu. Bu sadece Türkiye'de değil, Brezilya'ya, Kore'ye bakın durum aynı. Hatta hem Brezilya, hem Kore merkez bankası, onlara göre kendi dolar kurlarındaki artışa ciddi, sert tedbirler almak zorunda kaldılar. Yani gelişmekte olan ülkelerin parasındaki değer kaybı Türkiye'ye özel bir şey değil. Tüm gelişmekte olan ülkelerde yaşanan bir genel trend, dünyadaki yeni konjonktürün getirdiği bir durum. Yani bize özel değil'' diye konuştu. 

     Bir soru üzerine Babacan, serbest kur rejiminden dolayı kurla ilgili zaten hiçbir zaman, hiçbir şekilde tahmin yapmadıklarını belirterek, ''Hatta bütçeyi yaparken orada bir kur varsayımı vardır ve o hiçbir yerde yayınlanmaz. Çünkü bütçenizi yaparken, örneğin Washington Büyükelçiliğinin masrafları dolar üzerinden ve bunu Türk lirasına çevirip bütçe yapmamız gerekiyor. Bunu bile hangi kurdan çevirdiğimizi ilan etmeyiz. Bizim serbest kur rejimi olduğu için, hiçbir zaman kur konusunda konuşmayız. Yani bizim resmi politikamızda kurla ilgili bir seviye belirtmeyiz, 'olması gereken şudur' demeyiz, çünkü piyasada oluşan bir rakamdır sonuçta. Merkez Bankası farklı perspektiflerle, farklı gerekçelerle dönem dönem müdahalelerde bulunabilir, o müdahaleyi yaptığı zaman da zaten neyi, neden, ne zaman yaptığını açıklar'' dedi. 
     
     ''PİYASA GÖSTERGELERİ YUNANİSTAN'IN TEMERRÜDE DÜŞME İHTİMALİ OLDUĞUNU SÖYLÜYOR''
     
     Babacan, ''Yunanistan'daki gelişmeler ve bu ülkenin olası iflasının Türkiye'yi nasıl etkileyebileceğine'' ilişkin bir soru üzerine, ''Yunanistan'la ilgili piyasa göstergelerine baktığımızda, malesef göstergeler çok ciddi şekilde bozulmuş durumda. Yani Yunanistan'ın temerrüde düşme ihtimalinin olduğunu piyasa göstergeleri bize söylüyor. Yani insanlar Yunan kağıtlarını alıp satarken piyasada oluşan rakamlara bakıyorsunuz, o rakamlar bir temerrüt riski olduğunu bize gösteriyor'' diye konuştu. 

     Bir yandan da bunu önlemek için yoğun bir çabanın sürdürüldüğüne işaret eden Babacan, temmuz ayında Avrupa liderlerinin üzerinde mutabık kaldıkları Avrupa Finansal İstikrar Fonunun kurulması için şimdi 17 ülkenin parlamentosunda onay sürecinin başladığına, hatta bazı ülkelerin parlamentosundan bunun geçtiğine dikkati çekerek, ''Yani öncelikle Yunanistan'a destek verebilmenin mekanizmasının 17 ülkenin 17'sinde de parlamentolarda kabul edilmesi ve arkasından da Yunanistan'ın kendinden beklenen şartları yerine getirecek adımlar atması gerekiyor. Yani bütçe açığını daha da azaltacak adımlar ve yapısal reformlar, özelleştirme. Bunlar kolay şeyler değil. Eğer onay süreci biter ve Yunanistan şartları yerine getirirse, bu mekanizmadan kredi almaya devam ederse o zaman temerrüt önlenmiş olur. Biz bunu şiddetle tavsiye ediyoruz. Görüştüğüm her ortamda da bunu dile getirdim'' dedi. 
     
    ''YUNANİSTAN'IN TEMERRÜDE DÜŞMESİNE İZİN VERİLMEMELİ''
     
     Babacan, ''Yunanistan gibi bir ülkenin temerrüde düşmesinin dünyada bambaşka bir dönemi başlatacağını'' belirterek, şöyle devam etti: 

     ''Çok geri kalmış ülkelerde, zaten ekonomisi belli bir düzeye ulaşmamış ülkelerde zaman zaman temerrüt yaşanabiliyor. Ama şimdi ilk defa, AB'ye üye, sözümona istikrar açısından bütün sorunlarını çözmüş, Avro bölgesine girmiş, yani sağlamın sağlamı bir yapının içinde yer almış bir ülkeden bahsediyoruz. Şimdi böyle bir yapıdaki bir ülkenin temerrüde düşmesi yeni bir dönemi başlatacaktır ve durumu zayıf olan başka ülkelerin de temerrüdüne izin verilebileceğinin bir bakıma sinyali olacaktır.
     Dolayısıyla Yunanistan'ın temerrüdünün etkisi sadece Yunanistan'ın kendi içinde kalmaz ya da Yunanistan'a sadece borç verenlerin işte o borcu zarar yazmalarıyla tamamlanmaz. Başka ülkelere bunun sıçrama olasılığı, Avrupa'nın finans sisteminin tümüne doğru yayılması olasılığı büyük, çünkü Yunanistan'ın borcunu mesela en çok elinde tutan Fransız ve Alman bankaları. Onların durumu nasıl olacak? O hükümetler muhtemelen bu sefer o bankalara para enjekte etmek durumunda kalacaklar banka ayakta dursun diye. Bankalar zaten birbirine bağlı. Hepsinin birbiriyle kredi ilişkisi var. Dolayısıyla domino etkisi ihtimali var. 

     Bu nedenle, görüştüğümüz herkese dedik ki 'ne yapın ne edin ama bunu önleyecek tedbirleri alın hep beraber'. Zaten geçen Avro bölgesi bakanlar toplantısına ilk kez ABD Hazine Bakanı da gitti. Amerikalılar da üzerinde uğraşıyorlar dışardan ne yapabilecekleri konusunda. Aklı başında herkesin kanaati Yunanistan'ın temerrüde düşmesine kesinlikle izin verilmemesi gerektiği. Yani şöyle ya da böyle bir şekilde bu durumun düzeltilmesi lazım ama piyasa göstergelerine bakığımızda malesef Yunanistan'ın bir temerrüt ihtimali olduğunu görüyoruz. Piyasa oyuncuları temerrüt ihtimalini görüyor, ama biz buna izin verilmemesi gerektiğini düşünüyoruz.'' 
     
     ''TÜRKİYE'Yİ DOĞRUDAN ETKİLEMEZ''
     
     Başbakan Yardımcısı Babacan, Yunanistan'daki olası temerrüdün, Türkiye'ye olası yansımalarına ilişkin olarak şunları kaydetti: 

     ''Bizim Yunanistan'la karşılıklı kredi anlamında fazla bir ilişkimiz yok. Yani finansal bir bağ yok iki ülke arasında. Ticaret hacmi de oldukça küçük. Türkiye'ye doğrudan bir ulaşma etkisi olmaz ama Yunanistan'ın o domino taşları devrilirken, Avrupa'daki genel durumu bozarsa, Avrupa'nın iç pazarında bir sorun yaşanırsa, bizim Avrupa'ya ihracatımız çok. Yani ihraç pazarlarımızda bir bozulma olduğunda tabi ihracatımızda olumsuz bir miktar belki etki olabilir. Doğrudan değil ama Avrupa üzerinden bir miktar bir şeyler olabilir''.