Emlak


Ekonomi Gazetesi Yönetim Kurulu Başkanı Hakan Güldağ, Genel Kordinatör Vahap Munyar, Yayın Kurulu Başkanı Şeref Oğuz ve gazeteci Barış Esen’in sorularını yanıtlayan Erdal Bahçıvan, sanayi ve ekonomideki gelişmeleri değerlendirdi.

 

Sanayici olarak irrasyonel dönemden çıkılarak, rasyonel politikalara dönüşü desteklediklerini ve politikaların sonucunu alana kadar sabırlı olacaklarını ifade ettiklerini belirten Bahçıvan, “Geldiğimiz nokta, artık hakikaten sabır taşının ciddi boyutta işaretler vermeye başladığını gösteriyor. Ne yazık ki Eylül PMI’yı, artık çok net bir şekilde COVID döneminden sonra kolay kolay düşeceğini tahmin edemediğimiz bir rakam ortaya koyuyor” diye konuştu. Sanayiden gelen uyarıların artık ciddiye alınması gerektiğini vurgulayan Bahçıvan, Ekonomi Masası’nda şu değerlendirmeleri yaptı:

SANAYİ, ARTIK DİKKATE ALINMASI GEREKEN NOKTADA

Üretici kesimi olarak sebebi kendimiz olmayan zorlu bir dönemin en büyük ve en ağır bedelini bu süreçte yaşıyoruz. Başından beri, soruna dönük çözüm politikaları geliştirilmeye başladığından beri bunun en önemli darbeyi, sabır mücadelesini ve fedakarlık isteğini sanayi üzerinden oluşturacağı aşağı yukarı belliydi. Biz de İSO olarak, rasyonel bir ekonomik modele dönüş, irrasyonel bir dönemin artık devrini kapatıp, yerine makule dönüş politikasının başlamasıyla beraber bu konudaki sabrımızı koruyacağımızı ve bu politikadan netice alınana kadar da bu sabrı muhafaza edeceğimizi ortaya koyuyorduk.

Geldiğimiz nokta, artık hakikaten sabır taşının ciddi boyutta işaretler vermeye başladığını gösteriyor. Ne yazık ki Eylül PMI’yı, artık çok net bir şekilde COVID döneminden sonra kolay kolay düşeceğini tahmin edemediğimiz bir rakam ortaya koyuyor. Bunun ciddiye alınması ve farklı değerlendirilmesi gerekiyor. Yani bu OVP nin kendi içinde, kendi haline bırakılması gereken “Buna zaten razıydık” denilebilecek boyutun uzağında. Eylül ayında çıkan PMI, hem tek başına hem de sektörler tarafından baktığımız zaman ama hepsinden de daha önemlisi geleceğe dair umutsuzluk işaretlerini gördüğümüz zaman dikkate alınması gereken bir durumda.

Hep şunu söylüyorduk: Yoğun bakımdaki bir hastaya gösterilen sabır hassasiyetiyle gidilmesi gereken bir dönemdeyiz. Ama yoğun bakımdaki hasta, “Beni artık daha fazla ciddiye alın demeye” başladı. İşaretler bunu çok net bir şekilde gösteriyor. Bu bence çok önemli bir uyarı. PMI’ın, her zaman ekonominin, sanayinin en önemli uyarısı olduğunu dile getiriyoruz. COVID, sonrasındaki rakamlara denk rakamlar ortaya geliyorsa bu konu üzerinde hep beraber düşünmemiz gerekiyor. Gıda dahil 10 sektörün hepsi, istihdamından geleceğe dönük beklentilerine kadar böylesi bir boyuttaysa bu konuyu farklı ele almamız gerekiyor.

VERGİ DİLİMLERİNE DE ENFLASYON MUHASEBESİ LAZIM

Vergi dilimleri konusunda Rifat başkanın söylemiş olduğu konu bizim de geçmiş aylarda dile getirdiğimiz ve kesinlikle haklılığı olan, altına imza atacağımız bir konu başlığı. Enflasyon muhasebesinin bireylerin vergisine de uygulanması gerekiyor. Vergi dilimlerine de enflasyon muhasebesi lazım. Özellikle de önümüzdeki yılın ücret artışlarında kullanılması gereken bence en önemli metodolojinin bu olması lazım. 2025’e girerken son 3-4 yıldır çalışanın hayatına fazlasıyla girmiş olan bu haksızlığın düzeltilmesi konusunda bir adım atılması gerekiyor. Yani eskiden 7’nci, 8’inci ayda kesilen rakamların artık 2’nci ayda kesilmeye başladığı bir durumla karşı karşıyayız. Asla kabul edilecek bir durum değil bu ama eğer bu sene bu işin önlemi alınırsa bir taşla 2 kuş bile vurulabilir. Süreci bu şekilde dengeli bir şekilde çözebiliriz. Ben bunun önemli bir reform olarak 2025 yılı ücretleri daha ayarlamadan uygulamaya konulmasının son derece gerekli olduğunu düşünüyorum.

AB’NİN HER KONUDA KENDİNE ÇEKİDÜZEN VERMESİ GEREKİYOR

Ortadoğu’da bir şehrin bombardımana maruz kaldığı, sivil insanların öldüğü, haddini aşan böyle bir tablonun olduğu bir dünyada yaşamak bile insana zul geliyor ve gelecek adına da endişelerimizi giderek artırıyor. Bir tarafta nereye gideceği belli olmayan ölçüsü kaçmış olan böylesine bir hiddet ve şiddet. Diğer tarafta Avrupa’daki gelişmeler, Avrupa’nın Rusya ve Ukrayna konusunda önümüzdeki süreçte nasıl etkileneceği söz konusu. Tabii önemli bir diğer konu da 5 Kasım’daki ABD seçimi. Herhalde dünyanın virajının nereye doğru gideceği noktasındaki en önemli yol işareti olacak. Umuyoruz ki dünya barışına, dünya huzuruna katkı sağlayacak bir seçim olur, aksini düşünmek dahi istemiyoruz. Avrupa’nın hakikaten kendini gözden geçirmesi lazım. Vize konusunu radikal anlamda çözemeyen bir AB’nin her türlü konuda kendine çekidüzen vermesi gerekiyor. Bu konudaki anlaşılmaz tavır ve adeta dolaylı bir bariyer haline gelmeye başlayan bir tablo, kaldırılacak boyutta değil. İş ortaklığına, yılların müttefikliğine yakışmayan boyutta ve bunu tüm Avrupa’daki diplomatlara da söylememize rağmen top çeviriyorlar. Bu resmen dolaylı ambargo haline geldi. Gümrük Birliği’ndesin ama bireyin Gümrük Birliği yok. Parasını verdiğin, ön ödemesini yaptığın fuara gidemiyorsun.

EXİMBANK, DÖVİZ REESKONT KREDİLERİNE DÖNMELİ

Dış ticaret konusuna gelirsek de kur konusu OVP’nin kendi çerçevesi içerisinde gitmesi ve şekillenmesi gereken bir konu. Ama, burada ihracatın kur dışındaki farklı enstrümanlarla mutlaka güçlendirilerek desteklenmesi gerekiyor. Buradayüzde 2’lik primin kendi içinde 1-2 puan daha yukarı çıkartılması lazım.

Eximbank’ın tekrar döviz reeskont kredilerine dönmesini mutlaka pratiğe geçirmek lazım. Şu anda bankalarda yavaş yavaş döviz kredisi muslukları açılmaya başladı. Bardağın dolu tarafındaki gelişmelerden de biraz bahsedelim. Yani en azından yavaş yavaş döviz kredilerinde bankalar vadeyi açmaya başladılar. Yılbaşından beri 40 milyar dolara kadar bir artış var. Leasinglerde yabancı para biriminde olumlu gelişmeler var. Eximbank’ın da mutlak suretle tekrar yabancı para reeskontu bir şekilde uygulamaya koyması lazım. Gerçi kendi kaynaklarından onlar da döviz vermeye başladılar. Yani o konuda her geçen gün yeni kaynaklar oluşturabiliyor. Ama orada biraz daha bu konunun farklılaşması lazım ve özellikle sektörler bazındaki bir ayrışmaya da bizim ihtiyacımız var.

PARA POLİTİKALARININ DA BİR SINIRI VAR

Ekonomi politikasının sadece para politikalarıyla sürdürülmesinin bir sınırı var. Türkiye'nin mutlak suretle güçlü anlamda sanayinin yapısal dönüşümünü oluşturacak temel birtakım ihtiyaçları ve gereksinimleri artık ortaya koyması gerekiyor. Bunun içerisinde eğitim, yükseköğretim, işgücü politikası var. Lojistiğin geliştirilmesi, hukuk, tarım yapı dönüşümü var. Biz şu anda geleceğe dönük umut verme noktasında bu hikayeyi ve özellikle enflasyonla mücadele ve çözüm noktasındaki hikayeyi besleyecek olan diğer kanallarda aktif bir görüntü vermiyoruz. Sanayi Bakanlığı'nın yüksek katma değere, yüksek teknolojiye dönük yaptığı çalışmalar var. Belli bir takım programlar var. Ancak güçlü manada birbiriyle koordine olmuş, birbirini destekleyen, OVP’deki ana hatların içini doldurmuş olan bir programı henüz güçlü anlamda görebilmiş değiliz.

YASTIK ALTINDAKİ ALTIN, KONUT KREDİSİ SÜBVANSİYONUYLA REZERVE GİREBİLİR

Şu anda belki de Türkiye’nin içinde bulunduğumuz şartlarda doğru kullanabileceğimiz en önemli şanslarından bir tanesi altın iyatlarındaki yükselme. Türkiye hane halkının ciddi anlamda da bir altın stokunun olduğu gerçeğini hepimiz kabulleniyoruz. Bu rakamın da yaklaşık 400 milyar dolar düzeyinde olduğu tahmin ediliyor. Bu altın stokunu hep zorlandığımız zamanlarda hatırlıyoruz. İşler olumluya giderken hatırlamıyoruz. Altını sertifikayla, banka mevduatıyla serbest piyasaya çekmemiz, yastık altından çıkarmamız çok kolay olmuyor. Burada başka bir havuca ihtiyaç var. Bu altını konutla deplase etme yoluna gidilebilir. Çünkü Türkiye halkının kalıcı tasarruf anlamında 2 tane geleneksel aracı var.

Birisi altın öbürü konut. Konutta da bu kadar büyük bir durgunluk varken ve ekonominin canlanmasına dönük, birçok sektörü de beraberinde canlandıracak bir imkan varken pratikte şöyle bir önerim var: Vatandaş aldığı konutun yüzde 20-30’unu yastık altındaki altınla getirip ödesin. Merkez Bankası o altını alsın rezervlerini artırsın. Sonuçta rezerv ihtiyacımız var. Sonra da 10-15 yıllık konut kredisi sübvansiyonlu olarak verilsin. Yani şu andaki konut kredisi yüzde 30-40 iskontolanıp altınını getirenlerin bir şekilde ödüllendirildiği bir model hayata geçirilebilir. Bu ekonomi yönetiminin rezerv artırması için de bir yol açabilir. Yani yurt dışına faiz farkı verip rezerv artırmak yerine bu yolla rezerv artırmak yoluna gidilebilir. Altın herhalde tarihinde ilk defa bu kadar prim yaptı. Altının çıkış döneminde Türkiye pasifte kalmamalı, bunu kullanmalı.

patronlardunyasi.com