Oktay Ekinci'nin yazısı
“TBMM yerine Bakanlar Kurulu’nun onayladığı Kanun Hükmünde Kararname”yle (KHK) kurulan “Çevre ve Şehircilik Bakanlığı” nasıl çalışacak? Bakan Erdoğan Bayraktar yanıtlıyor:
“Eğer bir yatırımcı, Türkiye’nin herhangi bir yerinde bir yatırım yapmak isterse, belediye onun 3 ay içinde imarını, ruhsatını vermezse, bakanlık olarak biz vereceğiz.” (Hürriyet, 11 Eylül 2011)
Bu açıklamayı okuyan belediye başkanlarının koltuklarından zıplayıp zıplamadıklarını bilmiyorum. Hele, yerel halkın demokratik temsilcilerini hiçe sayan bu anlayışa karşı eylem yapmayı aralarında konuşup konuşmadıklarını ise hiç bilmiyorum.
Ancak bilinen şu ki, bunlar gerçekleşirse, ne imza attığımız “Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı” kalacak ne de belediye başkanlarının “kentin ve halkın çıkarları için” var olma sözleri… Dahası, “kentler demokrasinin kalesi; belediyeler okuludur” özlemi hepten tarihe karışacak.
Hemşeri sorumluluğu
Oysa imar kurallarının yerel yönetimlerce belirlenmesi, bu yetkiyi kötüye kullanan belediyelerimiz olsa bile, sadece demokrasinin değil, kente karşı “hemşerilik” sorumluluğunun da temel gereğidir.
Bugünkü “belediye başkanı”nın Osmanlı’daki karşılığı olan “şehremini” sıfatı; hatta tüm yapılaşmadan şehremini adına “Hassa Mimarlar Ocağı”nın sorumlu olması da bundandır.
İmarda “şehrin emini” olmanın çağımızdaki öncelikli koşulları ise şehircilik, mimarlık ve mühendislik ilkelerine uymak; ulus ve insanlığın ortak mirası kültür varlıklarını ve çevreyi korumak; bu nedenle siyasileri değil, meslek insanlarını yetkili kılarak gelecek kuşakların yaşam haklarını gözetmektir.
Bu koşullar “yetkilerin keyfi ve ayrıcalıklı çıkar sağlama yönünde kullanılmaması” için vardır ve yıllardır yakındığımız “denetimsiz imar”ın nedeni de kimi yerel yöneticilerce sürdürülen hukuka aykırı uygulamaların “yaptırımsız”lığından kaynaklanmaktadır.
Neler söylemeliydi?
Peki, “Çevre ve Şehircilik Bakanı”, bu gerçekler karşısında, makamının “adı”na yakışacak neler söylemeliydi; hayal edelim:
“Türkiye’nin herhangi bir yerinde yatırım yapılmak istenirse, belediye önce kent halkının çıkarları için belirlenmiş imar kurallarına uygunluğuna bakar. Bu sağlanmadan ruhsat verilirse, hem sorumlulara yaptırım uygulanır, hem de çevre ve şehirciliği gözetmeyen yatırım bakanlıkça engellenir.”
Ama bakan bunları bile anımsatmadan ne diyor? “Belediye 3 ay engellerse ruhsatı biz veririz!”
Peki ya o yatırım kamusal alanlara göz dikmişse; doğal ve tarihsel değerleri göz ardı ediyorsa; projesi imar planına göre değil özel rant beklentilerine göre düzenlenmişse; halkın ve gelecek kuşakların yaşam haklarını çiğniyorsa... belediye de işte bu nedenlerle “hayır” diyorsa, 3 ay sonra “Bakanlığın himayesinde ruhsat”a mı kavuşacaktır?
Üstelik “çevre” ve “şehircilik” bakanlığının!
Yağma güvencesi
Önce, kente ve doğaya saygısız yatırımların sorgulanmasına, “yargı hükümetin işine karışmasın” diyerek kısıtlamalar getirildi; ardından aynı yatırımlara davalar açan “özerk” meslek odaları bakanlığa bağlanarak, yargıya gitmeleri önlenmeye çalışılıyor… Şimdi de duyarlı belediyelerin izin vermeyecekleri yatırımlara, resen ruhsat kesilebilecek...
Düşünüyorum da bunları sağlayacak “gizli saklı KHK’ler” düzenlemek yerine neden anayasaya açıkça “Türkiye bir imar krallığıdır; yağma kralın güvencesindedir” diye yazıp işi bitirmiyorlar?
Kim bilir, belki bunun için de 2023’ü bekliyorlardır...
Cumhuriyet