Çin, 2030 yılına kadar teknoloji süper gücü olmayı hedeflerken, ABD bu yükselişi engellemeye çalışıyor. Konuyla ilgili Dünya yazarı Ragıp Kutay Karaca "Ekonomik değil teknolojik savaş" başlıklı yazı kaleme aldı.
Karaca'nın yazısının tamamı şu şekilde:
Deng Şiaoping’in 1978 yılında başlayan iktidarı Çin’in dünyaya ikinci açılımı olarak kabul edilir. Deng, Mao tarafından Kültür Devrimi döneminde kapitalist olmakla suçlanmış ve Partide çok önemli bir konumdayken tüm itibarı geri alınmış bir şahsiyetti. Belki de Asya’da itibarı geri verilen tek liderdi. Deng Mao’nun tersine önceliği ideolojiye değil ekonomiye verdi.
Deng’in ekonomiye bakışı Siyah-Beyaz Kedi Teorisiyle açıklanabilir. Onun için kedinin renginin hiç önemi yoktur mesele fareyi yakalayıp, yakalayamamasıdır. Diğer bir ifadeyle sistemin komünist ya da kapitalist olmasının bir önemi yoktur, mesele halkın ekonomik gücünün artmasıdır. Keza Çin’in elinde ucuz iş gücü ve üretileni tüketebilecek devasa bir nüfus vardır. Kurulan ekonomik sistemle insanlar çalışmalı, hayatlarını devam ettirmeli, böylece Parti rejimi bir isyanla karşılaşmamalıydı.
Elbette bu yetmezdi. Ekonomi dış yatırıma açılmalı, yatırımcıların getireceği teknoloji Çin adına daha büyük yatırımlara döndürülmeliydi. Keza Çin’in önünde Japonya, Güney Kore gibi aynı bölgeden örnekler vardı. Deng’in ekonomik modeli Soğuk Savaş’ın bitmesi ve küresel ticaretin önündeki engellerin neredeyse tümünün kalkmasıyla kendini tüm dünyada hissettirmeyi başardı.
Bu dönemde Sovyet Sonrası Rusya’nın başına geçen Boris Yeltsin Deng’e benzetiliyor ve Rusya ekonomik anlamda uluslararası piyasalara açılıyordu.
ABD ÇİN VE RUSYA’YA YARDIM ETTİ
ABD ise bu gelişmeleri kendi tarafından okumakla meşguldü. Onlar için dünya tek kutuplu bir yapı almıştı ve liberal-kapital sistem kazanmıştı. Daha önemlisi artık bu sisteme bir meydan okuma da imkansızdı. Çin ve Rusya oluşan yeni sisteme dahil olmuşlar ve geriye sistemi tehdit edebilecek bir güç kalmamıştı.
O zaman kapitalist oldukları düşünülen bu ülkelere yardım edilmeliydi ki ABD gerçekten bunu yaptı. Çin, Batılı şirketlerin yatırım üssü haline getirilirken teknoloji transferinin de önü açıldı. Rusya ise enerji fiyatlarının ayarlanmasıyla daha zengin bir hale getirildi. Öyle ki Clinton döneminde Çin “stratejik rakip” olmaktan çıkarılmış ve “stratejik ortak” olarak ilan edilmişti. Rusya için ise NATO+Rusya temas grupları oluşturulmuş, Rusya’ya genişlememe sözü verilmişti.
Bu iki ülke 11 Eylül olayında ABD’ye büyük destek verdiler. ABD’nin gelecekte neler yaşanacağını hesaplamadan giriştiği harekatlara tepkisiz kaldılar. Bunun bir nedeni vardı. İki ülke de 11 Eylül Olayları sonrası Batı’da oluşan “İslami Terör” kavramını Kuzey Kafkasya ve Doğu Türkistan’da kendi politikaları için kullandılar. Batı o dönem bu bölgelere yönelik baskılar karşısında üç maymunu oynadı.
Bu anlayışta değişiminin ilk kırılma noktası Rusya’da Putin’in iktidara getirilmesiydi. Putin ile Rusya’nın milliyetçi anlayışa dayanmaya başlayan dış politik yaklaşımları bir anda tekrar sistemin düşmanı yaftasını yemesine neden oldu.
Çin ise son otuz yılda, düşük değerli fabrika ürünleri üreten fakir bir ülkeden, elektrikli araçlar, güneş pilleri, gelişmiş malzemeler, yapay zekâ gibi dünyanın en ileri teknolojilerine sahip önemli bir ekonomik güç haline geldi. Bu durum ABD’de endişe yarattı. Çin’e verilen ticaret açığı, Çin’in gelişen savunma sanayisi ve giderek ABD’ye teknolojik üstünlük sağlayan yapısı ABD ekonomisindeki duraklamanın ana nedenleri olarak görüldü. Bu durum Çin’e bakışı da değiştirdi.
Bu değişim ilk olarak Cumhuriyetçi George W. Bush’un ikinci döneminden itibaren görülmeye başlandı. ABD 11 Eylül’ün yarattığı travmayı atlattı ve iki ülkeye karşı farklı politikalar izlemeye başladı. Her şey başa döndü. Çin “stratejik rakip”, Rusya ise “tarihsel düşman” olarak tanımlanmaya başlandı.
Trump yeni yönetimin dış politika ekibini “şahin” olarak tarif edilen kişilerden seçti. Bu ekibin şahinliği Çin ve İran karşıtlığından geliyor. Ukrayna-Rusya Savaşını bitirirken Ukrayna ve Avrupa’nın düşürüldüğü durum Trump’ın Avrupa’yı ötekileştirip Rusya ortaklığıyla Çin’i dize getirebilme stratejisini yansıtıyor.
Bu o kadar kolay mı? bence zor. Keza Soğuk Savaş sonrası ekonomiler o kadar iç içe geçti ki karşılıklı bağımlılık zirve yaptı. Birbirine bu kadar bağlı bir ekonomik yapıda yaratılacak krizler yalnızca rakibinizi öldürmez. Size de büyük hasarlar verir. Bununla beraber Çin ve Rusya’nın tarihini inceleyenler bu iki ülkeyi birbirlerine karşı kullanmanın zorluğunu bilirler.
ABD-ÇİN İLİŞKİLERİNDE TEMEL KONU; GÜMRÜK VERGİLERİ
Ülkeler koydukları gümrük vergileriyle ithal edilen ürünleri kontrol etmeyi amaçlarlar. Bu koruyucu bir vergidir. Kendi üreticilerinizi korurken ticaret hacminde denge yaratmak için de kullanılır. Uluslararası ilişkiler açısından bakıldığında ise “havuç-sopa” ilişkisinin bir argümanı gibidir. Keza bugün Trump tarafından kullanılmasının altında yalnızca ekonomik gerçekler yatmamaktadır.
ABD’nin Çin’e karşı uyguladığı ek gümrük vergileri gerçekten bir denge yarattı mı bakmak lazım. Bu durum yeni bir şey değil. Keza veriler Çin'in 1985'ten beri ABD’ye karşı büyük bir ticaret fazlası verdiğini göstermektedir.
TRUMP’IN BİRİNCİ DÖNEMİ (2017-2021)
Trump, 2018 yılının Ağustos ve Eylül aylarında, bazı Çin mallarına %25 gümrük vergisi uyguladı ve 2019 yılı başında bu tarifeler artırıldı.
Bu uygulamalar sonrası Trump’ın beklediği bir değişim yaşanmadı. İktidara geldiği 2017 yılında Çin’le olan ticaret açığı 375,17 milyar dolarken iktidarı devrettiği 2020 yılında açık 307,97 milyar dolara gerilemişti. Bu %8’den fazla bir oranda azalış demek oluyor. ABD'nin Çin'den yaptığı ithalatın payı bu dönemde %21,5'ten %17'ye düşerken Çin’e ihracatının payı %8,3'ten %6,3'e geriledi.
Biden döneminde Trump’ın Çin’e yönelik ekonomik politikaları devam ettirildi. Bu politikaların istikrarı 2018 yılında 418,23 milyar dolar olan açığın 2024 yılında 295,40 milyar dolara gerilemesini sağladı. Bu rakamlar açığın neredeyse %30 azaldığını gösteriyor.
Ticaret dengesi konuşulurken Çin’de yatırım yapan ABD’li şirketlerin durumu doğru analiz edilmeli. ABD’li şirketlerin Çin'de monte ettirip Amerika'ya gönderdiği her mal ABD'nin Çin ile olan ticaret açığına ekleniyor. GM güzel bir örnek. GM, ABD'de sattığından daha fazla aracı Çin'de (Shanghai General Motors Company ortaklığıyla) satıyor. Ancak bu durum ABD'nin ihracat istatistiklerine katkı yapmıyor. Çünkü GM'nin Çin'de sattığı araçlar genellikle ithal parçalarla Çin'de üretiliyor.
Temel nokta Çin'de satış yapmanın en iyi ve en kolay yolunun Çin'de olmaktan geçmesi. ABD’li şirketler de bu devasa pazar için Çin’de olmayı seçiyorlar.
KARŞILIKLI BAĞIMLILIK
İş ABD’nin Çin’e karşı ticaret açığının azalmasıyla bitmiyor. Çin’in elindeki ABD hazine tahvilleriyle dolar rezervi, teknoloji yarışı, yuan’ın düşük kuru ve Çin’deki ABD’li şirketlerin durumu diğer ana konular.
Çin'in elindeki ABD hazine tahvilleri 2013’ün kasım ayında 1,3 trilyon dolarken 2024’ün aralık ayında yaklaşık 769 milyar dolara düştü. Hazine tahvilleri ticaret ilişkisini basitçe açıklarsak; Çin, Amerikalılar Çin malları satın alabilsin diye ABD'ye borç veriyor diyebiliriz. Bu saptamada gerçek bir doğruluk payı var. Bu durum ABD'deki Çin karşıtı duyguları daha da alevlendiriyor.
Döviz rezervi, iki ülke arasındaki ilişkilerde önemli bir rol oynar. Çin, 3,2 trilyon dolar rezerviyle Japonya’dan sonra en yüksek hacimle ikinci ülke durumunda. Çin döviz rezervleri dolar ile yuan arasındaki döviz kurunu etkiliyor mu? diye sorarsanız, ABD tarafının cevabı açık bir şekilde evet olacaktır. Bunun yanında ABD’nin yuan’ın değerini artırması yönündeki baskılarına Çin’in direndiğini söylemek gerekir.
Çin için bu anlaşılabilir bir durumdur. Keza Çin'in ekonomi stratejisi, sürekli büyüyerek iş gücü yaratmak, bu iş gücüyle büyük nüfusunu üretken hale getirerek bir şekilde meşgul tutmaktır. Bunları sağlayacak tek unsur ise ihracat odaklı büyümeyi sürdürmektir. Bu strateji, ihracata bağlı olduğundan, yuanın dolardan daha düşük bir para birimi olmaya devam etmesini ve böylece Çin’in piyasalara daha ucuz fiyatlı mallar sunmasına dayanır.
Tüm bunlar gösteriyor ki Çin ABD ile büyük bir ticaret fazlası olan ihracat odaklı bir ekonomiye sahip olmaya devam ettiği sürece, ABD doları ve ABD hazine tahvili biriktirmeye devam edecektir.
Çin ekonomisinin ABD'ye ihtiyacı olduğuna şüphe yok. Ancak ABD'nin de bir pazar olarak Çin'e ihtiyacı var. ABD'nin Çin'e yaptığı ihracat, tarımdan üretime ve teknolojiye kadar yaklaşık 1 milyon Amerikalı için iyi ücretli iş demek. Ayrıca ABD’nin ithalatı, özellikle günlük mallardaki düşük fiyatlardan faydalanan düşük gelirli hanelerdeki birçok Amerikalının hayatını iyileştirmeye yardımcı oluyor.
Diğer yandan Çin, ABD'nin ticaret politikalarına yanıt olarak gümrük vergileri uyguladığında, bunun sonuçları Amerikalı çiftçiler, üreticiler ve hizmet sağlayıcılar için hızlı ve keskin sonuçlar veriyor. Karşılıklı konulan gümrük vergileri karşılıklı ticarette istikrar yakalamış sektörleri tehdit eder hale geldi. Trump’ın yerel sanayiyi korumak için koyduğunu ifade ettiği gümrük vergileri karşı Çin’in koyduğu vergiler Çin’e ihracat yapan ABD’li şirketleri zor durumda bıraktı.
Özellikle ABD’li tarım firmaları uygulanan gümrük tarifeleri nedeniyle Çin pazarındaki rekabette kaybeden olmaya başladılar. Benzer şekilde, Amerikan mallarındaki yüksek fiyatlar nedeniyle Çin'deki talep azaldığında ABD imalat ve hizmet sektörleri de kaybediyor.
TEKNOLOJİK ÜSTÜNLÜĞÜ KİM SAĞLAYACAK?
Mücadelenin diğer alanı ve en önemlisi teknolojik rekabet. Çin, 2030 yılına kadar bir teknoloji süper gücü olmayı hedefliyor. Çin yönetimi teknoloji şirketlerine yatırım akıtıyor. BBC, ülkede yapay zekâ geliştiren ve ürettikleri teknolojiyi satan 4500'den fazla firma olduğunu ve Pekin’in önümüzdeki 15 yıl içinde ilgili alanlara 10 trilyon Çin yuanı (1.4 trilyon dolar) yatırım yapmayı planladığını açıkladı. Bu rakam dünyanın ilk 20 ülkesi dışındaki ülkelerin milli hasılasından fazla.
Trump ilk döneminin başında Çin’in yükselen teknolojisine karşı sessiz kalmayacaklarını söylemişti. İlk olarak ABD kurumlarının Çinli telekomünikasyon devi Huawei'nin herhangi bir hizmetini kullanmasını yasakladı. Yine 2020'den beri ABD'den Çin'e sözde yarı iletken çiplerin ihracatı kısıtlamaya tabi tutuluyor.
ABD-Çin teknoloji rekabeti kızıştıkça, Washington kritik teknolojilerde öncü olma avantajı elde etmenin mevcut avantajlarını korumaktan daha önemli olabileceğini fark etti. Keza 2025 mart ayı verilerine göre teknoloji alanındaki ilk 10 şirketin 8’i ABD, 1’i Tayvan, 1’i Çin menşelidir.
ABD, kritik teknolojilerde -yarı iletkenler, yapay zekâ ve kuantum bilgi sistemleri gibi- alanlarda lider. ABD politikası, sivil ve askeri uygulamaları arasında ayrım yapmadan bu teknolojilerde mümkün olduğunca liderliğini sürdürmeye odaklanıyor. Bunun sonucu olarak ortaya çıkan endişe, Çin'in bu alanlardaki yeteneklerinin ilerlemesinin fiili bir ulusal güvenlik tehdidi yaratmasıdır.
Tüm bu ticari baskıların arkasındaki temel amaç, özellikle savunma teknolojisi ve yapay zekâ alanında Çin'in teknolojik gelişimini yavaşlatmaktır. Ukrayna’ya imzalatılmak istenen nadir toprak elementleri anlaşmasının temelinde de teknolojik üstünlüğü kaybetmeme var. Keza Çin, nadir toprak elementlerinin en güçlü sahibi.
Çin ve ABD dünya ekonomisinin lokomotifleri. Dünyanın bu iki büyük ekonomiye de ihtiyacı var. ABD dünyanın önde gelen yeniliklerini sunarken, Çin ise yenilikleri devasa ölçekte büyümeye dönüştürüyor. Bu nedenle her iki ülkenin politikacıların dikkatli bir denge kurması dünya ekonomisi için önemli.
patronlardunyasi.com