Patronlar


Ayşe Arman'ın röportajı

İnsanda bıraktığı ilk izlenim: Sıfır kompleks. "Ne kadar mütevazısınız" dersen kızabilir bile. "Asıl olması gereken budur, tevazudur.

Zengin doğdum diye kibirli olacak halim yok ya" diyen biri. Yani onu sevmememiz imkan dahilinde değil. Mesafesiz, samimi, eşit ilişki kuran, çok iyi bir hafızası olan, insanlara ilk ismiyle hitap eden, insanlar hakkında ayrıntıları ihmal etmeyen biri. Biri doğum mu yapmış şirkette, altın almayı ihmal etmiyor, başka birinin oğlu sünnet mi oluyor, vakti varsa atlayıp gidiyor, Antalya’da bir kabin amiri onu nikahına mı çağırıyor, "Kusura bakma orada olamayacağım" diye telefon ediyor, son derece enerjik, her şeye, her yere yetişen, bir sürü olumlu özelliği olan biri. Ve Ali olmaya önem veriyor. Zaten, aileden Sabancı. Aydın Doğan’ın kızıyla evli, Forbes Dergisi’nde hem kayınpederiyle hem de /_newsimages/1585821.jpgbabasıyla dünyanın en zenginleri listesine giren iki kişiden biri. İkinci kişi kim mi? Eşi Vuslat Doğan Sabancı. Değişik bir patron olduğu kesin. Kendi kanatlarıyla uçmak için Sabancı Holding’den ayrılan ilk Sabancı’ydı. Şimdi uçuyor zaten. Pegasus’la. Metafor yapıyormuşum gibi oldu ama gerçek de öyle. Şimdi de mecazi anlamda Pegasus’u uçurmaya hazırlanıyor.

Bir Sabancı olduğunuzu ne zaman fark ettiniz?

- 10 yaşındaydım. O zamana kadar hep Adana’da yaşadım. Şoförler, aşçılar, garsonlar, hizmetliler eşliğinde. Bu bana tamamen normalmiş gibi geliyordu. Zannediyordum ki, herkes böyle yaşıyor. Meğer ilkokul öğretmenim bile bana farklı davranırmış. Herkes Sabancı olduğumu bilirmiş.

Peki 10 yaşında n’oldu?

- N’olacak, yurtdışına gittim. Düzen değişti. Türkiye’de Sabancı’ydım, Almanya’da hiç oldum. Herhangi bir Türk, herhangi bir Ali.

Ne münasebetle Almanya’ya gittiniz?

- Holdingin işleri yüzünden. O zamanlar, 80’li yıllarda, Sabancı Holding, işleri geliştirme kararı almıştı. Kardeşlerden birinin yurtdışına gitmesi gerekiyordu. İki aday vardı, bir tanesi babam, bir tanesi de rahmetli Özdemir Amcam. Çocukları ufak diye daha hevesli olan Özdemir Amcam gidemedi. Biz gittik. Müthiş bir tecrübe oldu. Sadece benim için değil, ailenin diğer fertleri için de. Hayatı boyunca aşçılarla yaşamış olan annem, Almanya’da yemek kitabına bakarak köfte yapmasını öğrendi.

Ya siz?

- Ben de kendi sorunlarımı çözmek zorunda kaldım. Annemden, babamdan ya da holdingdeki birilerinden yardım almadan. Oysa iki ay önce Adana’da Buick arabanın ön koltuğuna ben mi oturacağım ablam mı kavgasındaydım. Ama Almanya’da kös kös okul servisine biniyordum.

Bu sizi mutsuz mu ediyordu?

- Aksine. Benim hayatımı kurtaran, işte bu farklılık oldu. Şahane oldu. Ben oldum, birey oldum. Yurtdışında iş başa düşüyor, babanın kim olduğunun, soyadının ne olduğunun bir önemi kalmıyor. Bütün bunlar da, insanın özüne çok iyi geliyor. Çantanı bir başkasına taşıtmanın ne kadar yanlış olduğunu anlıyorsun. Zengin doğanlar ve sürekli zenginlik içinde olanlar, istemeseler de böyle yaşarlar.

Vayyy. "Zengin doğanlar", çok sevdim bu deyimi, "katil doğanlar" gibi...

- O kadar kötü bir şey değil tabii. Hatta, iyi yanları bile var. Ama sorun şu ki: Bu işte senin bir dahlin yok. Tamamen şans eseri. Nasıl bir aileye doğacağına sen karar veremiyorsun. Allah’a şükür annem, babam iyi insanlar. Ben de pek çok "zengin doğan"a göre avantajlıyım.

Neden? Anneniz babanız iyi insan olduğu için mi?

- Hayır, Türkiye’ye 26-27 yaşında döndüğüm için. Ortaokulu Almanya’da, liseyi İngiltere’de, üniversiteyi de Amerika’da okudum. Tam 17 yıl yurtdışında yaşadım. Bütün o yıllar boyunca edindiğim arkadaşlarım bir gün olsun, "Ya senin soyadın neydi Ali?" demedi. Zaten yurt dışında restoranda rezervasyon yaparken "Ali" diyorsun, o kadar. "Saba