Ekonomi


Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ, en son “iş dünyası endişeli” sözleriyle dikkat çekti. Hükümeti, krizin farkında olmaya ve buna karşı önlem almaya davet etti. Şimdi artık hükümetin bu çağrıya kulak verdiğini, çalışmalara başladıklarını söylüyor.

İş dünyasının bir süredir krize karşı önlem hazırlığında olduğuna dikkat çeken Yalçındağ, Türkiye'nin bundan sonraki yol haritasında ise 3 konunun öne çıkacağını söylüyor. Arzuhan Doğan Yalçındağ, “IMF ile geç kalınan anlaşmayı yapmalı, Avrupa Birliği sürecinde hazırlıklara devam etmeli, Türkiye'nin sanayi stratejisini hayata geçirmeliyiz” diye konuşuyor. Ardından çok önemli uyarılarda bulunuyor, kritik mesajlar veriyor.

Global kriz tüm dünyada giderek derinleşiyor. Amerika'dan sonra Avrupa'da da alarm çanları çaldı. Türkiye'de ise hükümet bugüne kadar hep “bize bir şey olmaz” dedi. Ancak iş dünyası böyle düşünmediğini gösterdi. TÜSİAD, geçtiğimiz günlerde “endişeliyiz” sözleriyle global ekonomideki daralmanın Türkiye'yi de etkileyeceğinin altını çizdi.

Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ, hükümetin TÜSİAD'ın çağrısına kulak verdiğini söylüyor. İş dünyasının, ekonomi yönetiminden, dünyada neler olup bittiğinin farkında olmasını ve buna karşı hazırlık yapmasını beklediğini söyleyen Yalçındağ, “Bu çerçevede iletişim önemli bir konu ve bu konuda da yol alınmaya başlandı” diyor.

Yatırımların durmasının ve büyümenin yavaşlamasının Türkiye için kriz anlamına geldiğine dikkat çeken Arzuhan Doğan Yalçındağ, önümüzdeki dönemde Türkiye'de hem krize karşı önlem alınması, hem hiç kriz olmayacakmış gibi yapısal reformlara devam edilmesi getirilmesi gerektiğinin altını çiziyor. Türkiye'nin bundan sonraki yol haritasında ise 3 önemli başlığa işaret eden Yalçındağ şöyle diyor:

 “IMF ile anlaşmada geç kaldık. Bunu bir aran önce yapmalıyız. İkincisi Avrupa Birliği konusunda çalışmalarımıza devam etmeliyiz. Ayrıca Türkiye'nin büyümesi için çok önemli olan sanayi stratejisini hayata geçirmeliyiz”.

TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ ile derinleşen global krizi, Türkiye'ye etkilerini, iş dünyasının nasıl önlem aldığını konuştuk. 2009 yılı ve sonrasına yönelik çok özel tahminler de yapan Arzuhan Doğan Yalçındağ'ın Capital'in sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

*Dünyada yaşanan krizin etkileri konusunda endişelerinizi dile getirdiniz. Türkiye bu dönemde hangi ev ödevlerini eksik yaptı? İş dünyası neden endişeli?
İş dünyası, ekonomi yönetiminin dünyada neler olup bittiğinin farkında olduğunu ve buna karşı hazırlık yapıldığını bilmek istiyor. Tüm bu ekonomik türbülans içinde güven unsurunun önemi büyük. Güven unsurunun sağlanabilmesi de ancak “izliyoruz, doğru analiz yapıyoruz, her türlü alternatifi tartışarak yeni politikalar geliştiriyoruz” mesajının doğru verilmesi ve bunun piyasalar ve iş dünyası tarafından anlaşılmasıyla mümkün olur.

Bu çerçevede iletişim önemli bir konu ve bu konuda yol alınmaya başlandı. Tedirginiz sözlerimizin bir yansıması olarak Maliye Bakanı'mızla çok güzel bir toplantı gerçekleştirdik. Şimdi Nazım Ekren ve Çalışma Bakanı'nın da katılımıyla bir toplantımız daha olacak. Sonuçta bir kıpırdanma başladı.

*Ekonomide işler aslında bir süredir iyi gitmiyor. Siz hükümetin nerelerde hata yaptığını düşünüyorsunuz?
Geçtiğimiz 5-6 yılda dünya ekonomisi yüzde 4-5 gibi oranlarda büyüdü. Bu rakam neredeyse 100-150 yıllık süreçte üst üste gerçekleştirilen en yüksek büyüme oranı. Ancak, finans sektöründeki türev enstrümanların fazlasıyla gelişmesi ve verilmemesi gereken kredilerin kullandırılmasıyla bugünkü kriz ortamı oluştu.

Biz Türkiye olarak eksik ve kuvvetli yönlerimizi bilmeliyiz. Finans sektörümüzün bugüne kadar gösterdiği dayanıklılık, ani şok yaratacak bir tehlike ihtimalinin düşük olduğuna işaret ediyor. 2001 krizi sonrasında Türkiye bankacılık sektöründe denetleme, düzenleme ve regulasyon değişikliklerini yaptı. BDDK bugün çok iyi çalışıyor. Bankaların sermaye rasyoları yüksek. Türev enstrümanlar çok sınırlı. Bu durumun sağladığı avantajla finans kesiminde krizin yarattığı likidite daralması sınırlı.

Ancak, sektörün riskleri var. 125 milyar dolar borç, önemli bir borçtur. Bunun içindeki 28 milyar dolar gibi bir miktardaki kısa vadeli borç, ticari mal alım satımıyla ilgili ve burada bir sıkıntı olmayabilir. Ama yatırım için alınmış uzun vadeli borçların yenilenmesinde sıkıntı olabilir.

Ayrıca, cari açığımız da uzun süreli bir yapısal risk teşkil ediyor. Sadece bir süredir cari açığın finansmanında sıkıntı çekmediğimiz için sorunun ciddiyeti göz ardı ediliyordu. Cari açık açısından emtia fiyatlarının düşmesi tabi ki olumlu ve bunun avantajını yaşıyoruz ama cari açık bir miktar azalsa bile daralan bir piyasadan fonlayacağımız için maliyeti yüksek olacak.

Bütün bunları ortaya koyup Türkiye krize nasıl girdi diye sorduğumuzda, göreceli bir yanıt verilebilir. 2001 ile kıyasladığımızda çok daha iyi girdik denilebilir. Ancak, ileriye doğru bakıyorsak geçmişteki krizlerle kıyaslamak ne kadar sağlıklı olduğu tartışılır.

*Peki daha iyi girebilir miydik?
Evet, daha iyi girebilirdik. Siyasi nedenlerden ve çeşitli başka nedenlerden ötürü vakit kaybettik. Yaklaşık son 2 yıldır ne Avrupa Birliği konusuna tam odaklanabildik ne ekonomiyi gündemin en önemli maddesi yapabildik.

Avrupa Birliği konusunu ekonomiden çok uzak görmüyorum. Bugün açıp Ulusal Program'a bakarsanız, Türk Ticaret Kanunu bile bu programın içindedir. Bizim mikro yapısal reformlar dediğimiz, ekonomiyi etkileyecek birçok konu bire bir ulusal programın içinde yer alıyor. Diğer yandan Avrupa Birliği bir çıpa görevi de görüyor. Yurtdışında IMF ile beraber Türkiye'nin istikrarlı bir ekonomisi olduğunun bir göstergesi olarak algılanıyor. AB konusundaki bu gevşemenin, krize daha kuvvetli girmemiz konusunda negatif bir etki yarattığını düşünüyorum. Reformlarda daha çok ilerlemiş olarak bu krize girebilirdik.

İkincisi IMF ile anlaşma konusunda da geciktiğimizi düşünüyorum. Bu kadar uzatmayıp 6-7 ay önce IMF ile anlaşmayı imzalasaydık, elimiz çok daha kuvvetli olacaktı. IMF bize bir kurtarma programı yapmayacaktı. Neredeyse bir mükafat gibi, bizim de istediklerimizi IMF'ye kabul ettirebileceğimiz çok daha rahat bir program olacaktı.

Bugün geldiğimiz noktada bütün Doğu Avrupa ülkeleri IMF'nin kapısında. Biliyorsunuz, Macaristan Avrupa Birliği'nden 5 milyar dolar aldı. Ukrayna daha yeni 15 milyar dolarlık bir anlaşma için başvurdu ve diğerleri de kapıda bekliyor.

Bu IMF ile anlaşma yapamayacağımız anlama gelmiyor. Yine yaparız ama artık büyük bir kredi paketiyle anlaşmayı yapmalıyız ve hiç geciktirmemeliyiz. IMF'nin elinde 200 milyar doların üzerinde bir kaynak var. Bizimle ilgili deneyimi de iyi. Dolayısıyla bir an önce IMF ile anlaşma yapmalıyız.

Her türlü gecikmenin Türkiye için bedeli var. Örneğin bizim Türkiye'de önemli gördüğümüz konuların iki tanesi öne çıktı. Biri istihdam paketi, diğeri de ar-ge. İkisiyle de ilgili çalışmaları hükümet yeni tamamladı. Bu reformları daha erken yapsaydık, katma değeri çok daha fazla olacaktı. Türkiye büyürken istihdam üzerindeki mali yükte yüzde 5 indirimin muazzam bir etkisi olurdu. Ar-ge yasasının da teşvik anlamında daha önce çıkartılmış olması büyük fayda sağlardı. Bu yasa çıktı ama yatırımların durgun olduğu, ekonominin yavaşladığı bir dönemde çıktı. Türkiye geçtiğimiz 5-6 yılda bir başarı elde ettiyse tutturulan mali disiplinin rolü çok büyük. Mali disiplin konusunda akılcı bir şekilde disiplini devam ettirmek gerekir.

Hükümet bugüne kadar “Türkiye'ye bir şey olmaz” dedi. Hükümet neden böyle düşünüyor? Bizim bilmediğimiz, onların bildiği bir şeyler olabilir mi?
“Bize bir şey olmaz” söylevi, düzen ve istikrar konusundaki ciddiyete olan inancı zedeler. Tabi ki hepimiz bir şey olmaz temennisini paylaşıyoruz ama temenniler yeterli değil. Riskleri görüp önceden uyarmak ve önlem alınmasını sağlamak bizim görevimiz. Zaten riskler gerçekleştikten sonra uyarmanın bir anlamı yok. Gündeme getirdiğimiz riskler gerçekleşirse, en çok etkilenecek kesimler arasında iş dünyası var.

Bu tehditlerin engellenmesi için yapılabilecek biz dizi önlemler mevcut. Biz bu önlemleri geçtiğimiz günlerde hükümetle tek tek tartıştık. Ancak, Lehman Brothers batalı 1,5 aya yakın oldu. Lehman Brothers battığında artık bu krizin derinleştiği ve derinleşeceği netleşmişti. Dünyada o gün alarm çanları çaldı. İşte o gün Başbakan'ın bütün iş dünyası, yatırımcıları, sivil toplumu, ekonominin kanaat önderlerini çağırıp ne yapalım demesi lazımdı. 1,5 ay geçti. Oysa daha önce harekete geçmeliydik. “Bize bir şey olmaz”  diye oturamazdık. Neyse ki artık çalışmalara başladık.

Burada beklentiniz ne yönde? Türkiye nasıl bir strateji izlemeli? Nasıl tedbirler almalı?
Son yaptığımız toplantıda birçok teknik konuyu konuştuk aslında. Ancak, burada önemli olan bir araya gelmek, birçok alternatifi ve senaryoyu tartışmak ve gerektiğinde çok hızlı karar almaya hazır olabilmekti. Çünkü, artık burada haftalar değil, günler ve saatler konuşuluyor. Bazen bir kararı birkaç saat içinde almak gerekiyor. Bu kadar hızlı refleks gösterebilmek de ancak önceden tartışmış, olasılıklarını masaya yatırmış, olası sonuçlarını görmüş, en azından fikir egzersizini yapmış olmayı gerekiyor. Biz de şimdi bunu yapmaya başladık. Burada en çok zaman ve liderlik önemli.

Daha spesifik olmak gerekirse, bankacılık sisteminin reel sektöre verdiği kredilerdeki ani daralmayı engellemek gerekir.  Önümüzdeki zor donemde bankalara şirket kredilerinde kullanmak şartıyla 10-20 milyar dolar mertebesinde kaynak sağlanabilir. Tabii ki bu desteğin kamu bütçesine zarar vermemesi için bu sürecin dikkatli tasarlanması gerekir. Bu desteğin nakit yerine, devlet tahviliyle ve mümkün olduğunca kısmi sigorta uygulamalarıyla yapılması tercih edilmelidir.   

Bunun ötesinde borsadan kaynaklanan ve bir noktada kendini beslemeye başlayan kriz hissinin engellenmesi gerekir. Hisselerinin temel değerlerinin altına düştüğüne inanan şirketlerin kendi hisse senetlerini almalarına izin vermek doğru olacaktır. Bu önlem, borsanın temel ekonomik mantığı olmayan ani düşüşlerini engellemeye yardımcı olur.

Ekonominin büyümesi konusunda öngörününüz nedir? Birlikte yapılacak çalışmalar, hükümetin alacağı kararlar büyüme konusuna ivme verebilir mi?
Yatırımların durması, büyümenin yavaşlaması Türkiye için krizdir aslında. Almanya için yüzde 0,5 büyüme krizdir, Türkiye için yüzde 2,5 büyüme ciddi bir yavaşlama anlamına gelir. Türkiye'nin sosyal problemlerini çözmesi için de belli bir refah seviyesine gelmesi, büyümesi lazım.

Bu kadar büyük genç nüfusa istihdam yaratabilmek de, refah düzeyimizi artırıp arzu ettiğimiz ülke grubuna girebilmemizin yolu da yüksek büyüme hızını yakalayabilmekten geçiyor. Bunu başarmak için, bence iki konuyu paralelde götürmeliyiz.

Birincisi, bütün önlemleri alarak kriz geldiğinde ne yapmamız gerektiğinin egzersizini yapmalıyız. Diğer yandan da hiç kriz olmayacakmış gibi bütün yapısal reformlara devam etmeliyiz.

Önümüzdeki 3 önemli ana başlık var: IMF, Avrupa Birliği ve Sanayi Stratejisi...

Sanayi stratejisi Türkiye'nin büyümesi için en önemli konu. Üretimimizi ve dolayısıyla ihracatımızı katma değeri daha fazla hale getirmemiz lazım. Ar-ge, istihdamda esneklik, inovasyon, eğitim gibi tüm konuları orta vadede yerine getirmek zorundayız. Büyüme Türkiye için kaçınılmaz derecede önemli ve göz ardı etmemek gerekiyor.

Türkiye'ye yabancı girişi artık eskisi gibi olmayacak mı? Orta ve uzun vadede ne öngörüyorsunuz? Burada bakışınız nasıl?
Yabancı yatırımcılarda da bir düşüş var. Portföy çıkışları yaşanıyor. Sonuçta dünyada para eskisi kadar bol değil. Türkiye eğer ayaklarının üzerinde sağlam durursa, çok tökezlemeden, çok ağır yaralar almadan bu krizden bir şekilde çıkabilir. Ama tabi dünyanın yüzde 4-5 düzeyinde büyüdüğü dönemdeki gibi Türkiye'ye doğrudan yabancı yatırım olmayacak.

Öte yandan biz reform sürecine devam etmeliyiz. Ancak, bu sayede dünya yeniden ayağa kalktığında bundan maksimum faydayı sağlayabiliriz. Vakit kaybetmeden bugün yapmamız gerekenleri yapmalıyız. Bu dalga bir dönemde mutlaka geçecek. Zamanına ilişkin tahmin yapmak zor ama olacak. İşte biz o zamana hazır olacağız.

Yeniden hızlı büyümeye geçmenin ne zaman olabileceğini tahmin ediyorsunuz?
2010'un ikinci ya da üçüncü çeyreğine kadar büyümenin oldukça yavaşlayacağını düşünüyorum.

İşte Kriz Sonrası Türkiye'nin Ajandası

1. Özel sektörün 125 milyar dolar borcu var. Bu önemlidir. İçindeki 28 milyar dolar kısa vadeli borç, ticari mal alım satımıyla ilgili ve burada bir sıkıntı olmayabilir. Ama yatırım amaçlı uzun vadelilerde sıkıntı yaşanabilir.

2. İş insanları hiçbir zaman karamsar olmaz. Öyle olsalar zaten yatırım yapmazlar. Hep iyimser, umut eden bir tarafımız vardır.

3. Ayakta kalmak için gerekli önlemleri alacağız. Çok daha az stok tutacağız. Maliyetleri düşürmeye çalışacağız. Bilançomuzu temiz tutmaya gayret edeceğiz. .

4. Dünyadaki daralmadan payımızı mutlaka alacağız. 2010'un 2'nci ya da 3'üncü çeyreğine kadar büyümenin yavaşlayacağını düşünüyorum.

5. Türkiye eğer ayaklarının üzerinde sağlam durursa, çok tökezlemeden, çok ağır yaralar almadan bu krizden bir şekilde çıkabilir. Ama eskisi gibi doğrudan yabancı yatırım olmayacak.

6. Siyasi nedenlerden ve çeşitli başka nedenlerden ötürü vakit kaybettik. Yaklaşık son 2 yıldır ne AB'ye tam odaklanabildik ne ekonomiyi gündemin en önemli maddesi yapabildik.

7. Artık büyük bir kredi paketiyle IMF ile anlaşmayı yapmalıyız ve hiç geciktirmemeliyiz. IMF'nin elinde 200 milyar doların üzerinde bir kaynak var. Bizimle ilgili deneyimi de iyi.

8. Kapanan, zora giren çok sayıda şirket olmayacağını ümit ediyoruz. Zaten bütün uyarılarımız bunun olmaması için.

9. Türkiye'de KOBİ'lerde bir ölçek ekonomisi sıkıntısı var. Bunun için şirket birleşmeleri teşvik edilmeli ve şirketlerimizin ölçek ekonomisini yakalayabilmelerine imkan verilmeli.

10. Bankacılık sisteminin reel sektöre verdiği kredilerdeki ani daralmayı engellemek gerekir.  Önümüzdeki zor donemde bankalara şirket kredilerinde kullanmak şartıyla 10-20 milyar dolar mertebesinde kaynak sağlanabilir.

11. Hisselerinin temel değerlerinin altına düştüğüne inanan şirketlerin kendi hisse senetlerini almalarına izin vermek doğru olacaktır. Bu önlem, borsanın temel ekonomik mantığı olmayan ani düşüşlerini engellemeye yardımcı olur.

12. Özel sektör açısından önemli bir başka konu da aile şirketleri. İkinci, üçüncü kuşak işin başına geçiyor. Bu,kritik bir dönüm noktası… Şirketlerin bölünmeden kurumsal yönetimi benimsemeleri gerekiyor.

İş Dünyası Nasıl Önlem Alıyor?

Öne Çıkan Tedbirler
Böyle dönemlerde şirketler, özellikle verimliliğe odaklanır. İşlerini en iyi şekilde yapıp yapmadıklarına bakarlar. Şirketleri mali sıkıntıya sokacak olan kâr ya da zarardan çok nakit akışıdır. Dolayısıyla, bu dönemde şirketler nakit akışlarına, alacak vereceklerine, alacaklarında batağın olmamasına çok daha fazla dikkat eder. Ve maalesef iş dünyası olarak bu dönemde yatırımları da durdururuz.

En azından bekleyip önümüzü görmeyi arzu ederiz.

Karamsar Değiliz
İş insanları hiçbir zaman karamsar olmaz. Öyle olsalar zaten yatırım yapmazlar. Hep iyimser, umut eden bir tarafımız vardır. Aynı zamanda aslında çok da çabuk tedirgin oluruz. Dolayısıyla, iş dünyası olarak hepimiz gerekli önlemleri alacağız. Örneğin çok daha az stok tutacağız. Maliyetleri düşürmeye çalışacağız. Bilançomuzu temiz tutmaya gayret edeceğiz. 2009'da büyüme ne kadar olur, bunu tahmin etmek çok zor. Ancak dünyadaki daralmadan payımızı mutlaka alacağız. 2010'un 2'nci ya da 3'üncü çeyreğine kadar büyümenin yavaşlayacağını düşünüyorum. Ondan sonra belki trend yukarı çıkar diye ümid ediyorum.

Yatırımlar Erteleniyor
Kapanan, zora giren çok sayıda şirket olmayacağını ümit ediyoruz. Zaten bütün uyarılarımız bunun olmaması için. Şirketlerin faaliyetlerini durduracak kadar zora girmeyeceğini ümit ediyoruz. Diğer yandan Türk girişimcisinin krizlere dayanıklı olduğunu düşünüyorum. Biz çok kriz gördük. Maalesef krizlere alışığız. Bugün kapanan, zora giren şirketlerle ilgili duyumlar almıyoruz, ama yatırımların durduğuna dair duyumlar alıyoruz. İleriye dönük yatırımların geriye atılması Türkiye için zaten yeterince büyük bir kayıp.

Türk İş Dünyası Becerilerini Geliştirdi”

Yönetişimde Çok Yol Aldık
Ben Türkiye'de iyi iş yapabilme becerisinin yıllar içinde geliştiğine inanıyorum. Özellikle bölge ülkelere kıyasla Türkiye'de, hakikaten ciddi bir sanayi, iş yapma kapasitesi, becerisi, bilgisi var. Ayrıca son yıllarda dünyayla entegrasyonla beraber yönetişim ilkelerinde ve yönetişim şeklinde de çok daha bilimsel olduk. Burada büyük bir yol aldığımızı düşünüyorum.

Ölçek Ekonomisine Dikkat!
Türkiye'de özellikle KOBİ, KOBİ üstü bazı şirketlerimizde bir ölçek ekonomisi sıkıntısı var. Bunun için şirket birleşmeleri teşvik edilmeli ve şirketlerimizin ölçek ekonomisini yakalayabilmelerine imkan verilmeli.

Kayıt dışı ekonomi hala özel sektörümüz için bir sorun olmaya devam ediyor. Ancak burada da iyi niyet ve kayıtlı ekonomiye dahil olma isteği görüyoruz. Vergi sisteminin daha şeffaf hale getirilmesi, istihdamın üzerindeki yüklerin kaldırılması gibi uygulamalarla bunun kolaylaştırılması gerekiyor.

Aile Şirketleri Sorunu
Özel sektör açısından önemli bir başka konu da aile şirketleri. Anadolu'yu gezdikçe daha çok görüyorum. İkinci, üçüncü kuşak işin başına geçiyor. Bu hem çok sevindirici hem kritik bir dönüm noktası olarak önem taşıyor. Bu ailelerin bölünmeden kurumsal yönetimi benimsemeleri gerekiyor. Aksi takdirde bölünmeleri, sermayenin bölünmesine, dolayısıyla ölçek ekonomisinin getirdiği rekabet zaafına uğramalarına neden olacak. Buralarda da bilinçlendirme, kolaylaştırma gerekiyor. Bütün bunlar Türk özel sektörünün önümüzdeki birkaç yıl geçireceği evreler diye düşünüyorum.

“Kadının İş Gücü Arzına Katılımda Azalma Var”

Tüsiad'ın Raporu Ne Gösteriyor?
Haziran ayında bir rapor yayınladık. Bu raporda kadının iş gücü arzına katılımında oranın düştüğünü gördük. Yani evinden çıkıp iş aramak isteyen kadın sayısında azalma var. Eğer ülkemizde kadın çalışmaya ihtiyacı yok diye evde oturmayı tercih ediyorsa bu çok vahim bir durum. Doğrusu bu sosyal ve kültürel açıdan da analiz edilmeye değer bir konu. Artık sadece tüketici olmayı kaldırabilecek bir dünyada yaşamıyoruz. Bu dünyaya herkesin kendi ölçülerinde katkı yapması, üretime bir şekilde katılması gerekiyor. Pasif, sadece tüketicisi olmak bugünün dünyasında kabul edilebilir değil.

En Büyük Sıkıntı Fırsat Eşitliği
Eğitimde fırsat eşitliği de yıllardan beri kadınların en çok sıkıntı çektiği konulardan biri. Rakamlar üniversite mezunu kadının iş gücüne katılımın oldukça yüksek olduğunu gösteriyor. Ancak ortaokul mezunu kadınla erkeği karşılaştırdığınızda, erkek bir şekilde iş buluyor, ama kadın ev hanımı oluyor. Ekonomiden, üretimden, sosyal yaşamdan çekiliyor. Bu çerçevede yaşlı ve çocuk bakım evleri, kreşlerin yaygınlaşması kadının çalışma hayatında aktif olması açısından çok önemli.

“İşime Hiç Vakit Ayıramıyorum”

En Önemli Unsur Denge
Denge, bence hayattaki en önemli unsurlardan biri Mutluluk ve başarıyı dengeyle sağlayabilirsiniz diye düşünüyorum. Doğrusu bu görevde, dengeyi sağlamakta zorlanıyorum. Her zaman evimle işim hayatım arasındaki dengeyi sağlmaya büyük özen gösterdim. Bu konuda bugüne kadar başarılı olduğumu da düşünüyorum. Ama TÜSİAD'daki görevim başka türlü bir sorumluluk getiriyor. Doğrusu işime hiç vakit ayıramıyorum. Allahtan ailemiz geniş. Babam, eşim, kardeşlerim hepsi işin başında. Ben de bunun avantajını yaşıyorum. Aileme, özellikle çocuklara vakit ayırmaya çalışıyorum. Bu yıl üniversiteye hazırlanıyorlar. Yani evde herkes çok meşgul.

Doğan TV'de İşler İyi
Televizyonlar iyi gidiyor. Çok sık takip edemiyorum, ama Kanal D'nin muazzam ratinglere ulaştığını görüyorum. Star da kendini toparladı. D Smart projemiz var biliyorsunuz. Bu projeyle ilgili arkadaşlardan zaman zaman bilgi alıyorum.

Televizyon sektöründe verimlilik konusunda çok yol kat etmiştik. Halen de çalışmaların devam ettiğini görüyorum. Şimdilik diğer projeleri durdurduk. Şu anda yeni bir yatırımımız yok. Var olan işleri en optimum noktada götürmeye devam ediyoruz.

Bölgeye Yatırıma Devam
Yayıncılık gittikçe kişiselleşecek. İnternetle paralelliği artacak. Trendler bunu gösteriyor. Dünyada birçok şeyde olduğu gibi daha çok kişiselleştirme isteği yayıncılığa da yansıyacak diye düşünüyorum. Genel olarak gelecek için umutluyum. Türkiye'de hala kişi başı reklam harcaması oran olarak düşük. Burada önemli bir potansiyel var. Diğer yandan bölgeye yayılma konusunda fırsatlar var. Biz Romanya'da bir işbirliği yaptık. Daha doğrusu küçük kardeşim Romanya'da Kanal D Romanya'yı kurdu. Bu modeli Ukrayna'ya da taşımak istiyoruz. Şu sıralar Ortadoğu ile çok sıkı ilişkideyiz. Yayınlar satıyoruz. Zannediyorum bundan sonraki grup stratejimiz, yurtdışına açılmak yönünde olur. Bugün işin içinde olmadan söylemem doğru olmaz, ama öngörüm bu yönde.

Hande D. Süzer/Capital