Teknoloji


Oksijen’den Serdar Kuzuoğlu konuyla ilgili “Sosyal medya destekli açık istihbarat” başlıklı yazı kaleme aldı.

Kuzuoğlu yazısında GeoSpy adlı yapay zeka modelinin şöyle anlattı:

GeoSpy adlı yapay zeka modeli, bitki örtüsü, mimari doku gibi izleri analiz ederek fotoğrafların nerede ve ne zaman çekildiğini saniyeler içinde nokta atışıyla tespit edebiliyor.

Modern yaşamın en ikircikli konularından biri hiç şüphesiz “mahremiyet”. Sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla aşınmış ve sınırları belirsiz hale gelmiş gibi dursa da, kıymeti istismara konu olduğu anda anlaşılan; tarifi de yönetimi de zor bir kavram.

Güncel tanımıyla mahremiyet, Sanayi Devrimi ile ortaya çıkıyor. Pek az ortak paydası olan kitlelerin şehirlerde yoğunlaşması önce mimaride, ardından toplumsal kodlarda mahremiyeti giderek daha belirgin bir talebe dönüştürdü.

19. yüzyılın başlarında ortaya çıkan telgrafın iletişimde tetiklediği yeni dönem, haberleşmeyi görülmemiş bir seviyeye taşıdı. Ne var ki telgraf mesajları ancak Mors alfabesiyle iletilebiliyordu. Bu da gönderen ve alana hizmet veren operatörler tarafından çevrilmelerini; yani “okunmalarını” mecbur kılıyordu. İletişimin mahremiyeti en belirgin olarak bu sayede gündeme geldi. Telefonun erken dönemi de benzer şekilde sadece operatörler yardımıyla gerçekleşebildiği için benzer kaygıyı her zaman hissettirdi.

Devlet kurumlarının iletişimi istihbarat amaçlı takibi, buna yönelik tüm araçların keşfine denk; adeta doğal bir refleks. En sistematik ve en hasar verici kullanımı ise Nazi döneminde Almanya’da yaşandı. İletişimin her türü, rejime tehdit oluşturabilecek kişilerin tespiti için sürekli takip ediliyordu. İstihbarat servisi “Gestapo” herkesi etrafındakiler hakkında bilgi vermeye zorlayarak halkı detaylı şekilde fişliyor, profiller çıkarıyordu. Bu taktik Nazilerin işgal ettiği ya da etmeyi hedeflediği ülkelerde de aynen uygulandı. Zamanla aile bireyleri dahi birbirini ihbar etmeye başlayınca mahremiyet arayışı bir suça ya da en hafif tanımıyla kabahate dönüştü. Bu fişlerin rejim karşıtlarını “ayıklamak” için kurgulanan sistematik kıyımın yol haritasına dönüşmesi çok sürmedi.

1. Dünya Savaşı’nın sona erdiği ve Nazi döneminin kapandığı 1948 yılında Birleşmiş Milletler’in hazırladığı “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi” bu sebeple özel yaşamın gizliliğini; yani mahremiyeti evrensel ve temel bir insan hakkı olarak tanımladı.

Özetle bugün mahremiyet konusundaki titizliğiyle eleştirilen Avrupa’nın bu tavrının arkasında milyonlarca insanın hayatına mal olan izler var. Ne var ki özellikle internet tabanlı dijital teknolojilerin yaygınlaşmasıyla birlikte mahremiyet artık hem kişiler hem de kurumlar için hiç olmadığı kadar karmaşık.

KRİPTO ALERJİSİ

Avrupa Birliği’nin ortak emniyet teşkilatı Europol özellikle terör, uyuşturucu ticareti, göçmen kaçakçılığı ve mali suçlar alanında üye ülkeler arasındaki bilgi paylaşımı, suçlu takibi ve operasyonlardan sorumlu. Görev alanındaki “siber suçlarla mücadele” ise doğal olarak ilgilendiği her başlığın merkezini oluşturuyor.

Kurumun direktörü Catherine De Bolle, önümüzdeki günlerde Dünya Ekonomik Forumu’nda küresel teknoloji devlerinin yöneticileriyle bir araya gelmeye hazırlanıyor. Ana gündemi, bu şirketlerin yönettiği küresel iletişim ve mesajlaşma uygulamalarının “kanuna saygılı” bir yapıya kavuşması. Daha açık bir ifadeyle “kriptolu mesajların emniyet ve istihbarat teşkilatları tarafından okunabilir hale getirilmesi”. Anonimliğin temel bir hak olmadığını iddia eden De Bolle, talebini şöyle gerekçelendiriyor: “İçinde takip ettiğiniz suçlunun bulunduğu evin kapısına arama izniyle dayanıp kapı kilitli diye geri dönmenizi kimse kabul edemez.” Suç örgütlerinin neredeyse her eylem ve bildirisini TikTok ve Instagram gibi açık platformlardan paylaştığını hatırlayınca, onların dahi yeterli gelmediği durumlar var belli ki.

Mahremiyet konusunda esas çaresiz grupsa “sıradan kullanıcılar”. Özellikle yapay zeka araçlarının yaygınlaşmasıyla çevrimiçi varlığı kendisi ya da arkadaş çevresiyle kısıtlı tutmak neredeyse imkansız hale gelmiş durumda.

STORY’DE KALMIYOR

Bu gerçeği hatırlatan en çarpıcı örneklerinden biri “GeoSpy” adıyla ortaya çıktı. ABD merkezli “Graylark Technologies” şirketinin geliştirdiği yapay zeka destekli hizmet, dış mekanda çekilmiş herhangi bir fotoğraf ya da videoyu analiz ederek tam olarak nerede; hatta bazı durumlarda ne zaman çekildiğini saniyeler içinde ve nokta atışı tutarlılıkla tespit edebiliyor. Bunun için görüntüdeki bitki örtüsü, yeryüzü şekilleri, mimari ayrıntılar ve yapılar arasındaki mesafeler gibi birçok değişkeni kullanarak veri tabanındaki örneklerle eşleştirme yapıyor.

Şirketin tanıtım belgelerine göre bunu sağlayan yapay zeka algoritması milyonlarca açık kaynak fotoğrafını tarayarak senelerce modelleme yapmış. Yani (örneğin) binlerce kişinin farklı açılardan çekerek Instagram albümünde kamuya açık halde paylaştığı fotoğraflarla oluşturulan modeller, aranan kişilere ait fotoğrafların arka planıyla eşleşerek yakalanmalarına yardımcı olabiliyor. Hatta bu yöntemle kişinin belirli bir zaman aralığında nerelerde bulunduğunu izlemek dahi mümkün. GeoSpy fotoğrafları işleyip modelledikten sonra sildiğini belirtiyor ancak bunu yapmayan emsallerle hedefteki kişinin başkaları tarafından çekilen fotoğraflardaki izinin tespit edilebilmesi de olası.

Gelgelelim bu senaryo sadece suçlulara yönelik işlemiyor. Kısa süre önce hizmete sunulan GeoSpy, çevrimiçi jargonda kişileri gizlice takip etmeyi tanımlayan “stalk” taleplerine boğulunca, “mahremiyet ihlali” endişesiyle genel kullanıma kapatılmak zorunda kaldı.

Şimdilik benzer diğer hizmetlerin de böyle vicdanlı olmasını dilemekten başka bir seçeneğimiz yok gibi görünüyor.

patronlardunaysi.com