Prof. Dr. Osman Özsoy, 17 Şubat 1965 tarihinde Bartın"da dünyaya geldi. Akademisyen ve gazeteci olan Osman Özsoy, pek çok projede danışman olarak görev aldı. Renkli bir hayat hikayesi olan Özsoy, 16 Şubat tarihinde Profesör olarak atandı.
Prof. Özsoy'un ilginç bir özelliği de hayatını gün be gün programlı olarak yaşaması ve hatta profesörlük ünvanı almayı bile tam 24 yıl önce tasarlamış olmasıydı. Hayatı planlama mantığının nasıl oluştuğunu ve hedeflerini nasıl bir bir tutturduğunu sorduk. İşte verdiği yanıtlar:
> Hayatınızı planlama fikri nerden doğdu?
Bir kitap hayatıma büyük ölçüde yön verdi diyebilirim. Liseli yılların başıydı. Yani 1970"li yılların sonu. “20. Yüzyıl Dünya Raporu” başlığını taşıyan bir kitap okudum. Kitabı okuyunca bir Türk evladı olarak hem üzüldüm, hem utandım. Kitapta, ABD"nin kalkınma hızı sıfır olarak sabitlense ve diğer ülkeler de mevcut kaynaklarının tamamını kalkınmaya ayırsalar, kaç yıl sonra ABD"yi yakalayabilirler konusu bir tablo halinde veriliyordu. Listeyi görünce utandım. Hatırımda kaldığı kadarıyla Pakistan için 400, Türkiye için 120 yıldan fazla süre gerektiği anlatılıyordu. Diğer ülkeleri söylemeye gerek bile yok.
Kitabı okuyunca canım sıkıldı. “Elin adamı dedim, bunlar bizi en kötü ihtimalle ne zaman geçerler diye hesap yapıyor da, biz neden bunları ne zaman yakalayabiliriz gibi bir çaba içinde olmuyoruz ki” dedim. O günden sonra istatistiğe de merakım arttı, stratejiye de...
Eğer gerçek kitapta yazıldığı gibiyse, fert olarak bizlere, devlet olarak yöneticilere düşen nedir sorusunu çok fazla sordum kendime. Zamanı kısaltmak, daha çok çalışmak. Hayatımın belli döneminde öğretmenlik, ardından akademisyenliğe geçip üniversitede gençlerle beraber olma düşüncesi bu anlayıştan doğdu.
Daha o günlerde karar verdim. Kendi yol haritası olmayanlar başkalarına yol göstermezler diye. İnandırıcı olmaz diye düşündüm. 1983 yılında ÖSS sınavına girmeden önce oturdum, önümdeki 25 yıl içinde ana hatlarıyla ne yapmam gerektiğini yıl yıl yazdım. 1983"te üniversiteye gireceğimden dolayı 1987 de bitireceğim zaten aşikardı. 1987 de mezun olduktan sonra hangi yılda masterı, hangi yıl doktıora ve doçentliği vereceğimi ana hatlarıyla opsiyonlu olarak yazdım ve mezuniyeti takip eden 20 yıl içinde profesör olacağımı kayda geçirdim.
Yaş günüm 17 şubat. Yaşgünümün yeni yılın hemen başında olması nedeniyle, yeni yıla ait işlerimi mümkünse o tarihe kadar bitirmek öncelikli hedefim oldu. Düğün tarihim ay ve gün olarak 5 yıl öncesinden belliydi. Tabi ki ne evlendiğim eşimin, ne de akademik kariyer yaparken danışman hocalarımın bu ayrıntıdan haberleri yoktu. Ama benim yol haritam belliydi. Kaderin cilvesi, 24 yıl önce ana çerçevesini çizdiğim sürenin bitmesine 1 gün kala, 16 Şubat"ta profesör olarak atandım.
O tarihten sonraki bir dönemde bu iş gerçekleşseydi, mesela 1 hafta gecikseydi 1 hafta, 1 ay gecikseydi 1 ay, 1 yıl gecikseydi bir yıl, yani kısaca ne kadar gecikseydi o kadarlık gecikme için kendilerinden özür dilemem gereken, “pardon geciktim” diyeceğim insanlar vardı. Çünkü 1987 ve 1989 yılında iki ayrı eğitim kurumunda derste öğrencilere bunları yazdırmıştım. Hatta geçen hafta, “prof oldun mu hocam, olmadın mı” diye sormadan, kesin olmuştur diye ziyatime gelen arkadaşlar oldu.
Başbakan Erdoğan ne diyor. “Düşün, planla, çalış, neticelendir.” Bu da öyle bir şey kısacası. Sonunu getirmedikten sonra ara etapları geçmenin bir anlamı olmuyor.
En önemli şansım, çevrem, okuduğum lise ve üniversite itibariyle ülkenin tanınmış ve seçkin isimleriyle bir arada olmak oldu. Çevrenizde rol model olacak başarılı örnekler varsa, motivasyon da ona göre oluyor.
Profesörlük sabır isteyen, uzun ve meşakkatli bir süreç. Profesör olarak atandığınızda ilk yaptığınız iş ne oldu?
Orta halli, kalabalık bir ailenin mensubuyum. Eğitim hayatımızı sürdürebilmemizde liseli yılların başından doktorayı bitirinceye kadar aldığımız bursların büyük katkısı oldu. Şu an iktisat profesörü olan ve 3 üniversiteyi de birincilikle bitiren ağabeyim çok başarılıydı. Aldığı burslarla bana da büyük destek çıktı.
Sadece üniversite öğrencilerine burs verilmesi değil, mezuniyet sonrası akademik çalışma yürüten gençlerin desteklenmesi de çok önemli. Yaptığınız çalışmaların akademik kalitesi bir yerde, ona ayırdığınız kaynakla doğru orantılı oluyor. Ben akademik çalışma sürecimi yoğun olarak arşivlerde geçirdiğim için bir bakıma kaynakları karşımda buldum. Ama özellikle diğer sosyal ve teknik konularda gelişmiş ülkelerin üniversitelerinde olduğu gibi bizde de çalışmaların desteklenmesi çok önemli. 1996 yılı Nisan ayında dönemin YÖK Başkanı Prof. Dr. Kemal Gürüz"ü yayına konuk ettiğimde, bir defaya mahsus da olsa doktora ve doçentliği bitirme sınavlarına hazırlananların desteklenmesini önermiştim. O konuda ne yapıldı bilmiyorum.
Sorunuza gelince... Profesör atanma işlemim sonuçlandığında ilk işim, eğitim hayatım boyunca beni burslarıyla destekleyen kişi ve kuruluşları bir demet çiçekle ziyaret edip, yazdığım kitaplardan hatıra olarak imzalamak oldu. Niyetim, verilen bursların ziyan olmadığını görmeleri ve desteğe ihtiyaç duyan diğer insanlara da kol kanat germeleri için içlerindeki heyecanın eksilmemesini sağlamaktı.
Size belki tuhaf gelecek ama, araç kullanırken bile, ola ki benden kaynaklanan bir ihmal neticesinde başımıza birşey gelir de, bir ölü yatırım haline dönüşürüz diye o konuda bile dikkat ettim. Herşey elbette Allah"ın takdiri. Ama aldığı burslarla okuyanların bu tür ekstra sorumlulukları olduğunu düşünmüşümdür. Başladığınız işi yarım bırakamazsınız.
Hayatı planlama işinde konunun yanlış anlaşılmaması için bir noktanın da altını çizmek lazım. İnsanın gelecek yıllarını planlaması o kadar yaşama garantisi olduğu anlamına gelmez elbette.
Öldüğünüzde kaç yaşındaysanız, o yaşa gelen insanın hayatta neleri başarmış olması gerekiyorsa onları büyük ölçüde yapmış olmalarıdır önemli olan. Devlet Planlama Teşkilatı olur, devletin geleceğini planlar da, mesleği ne olursa olsun bir insanın kendi hayatını ve yapmayı düşündüğü işteki kariyerini planlamaması sağlıklı olur mu? Önemli olan ne iş yapıyor olursa olsun o konuda başarılı olmak. Bakın son yıllarda ülkemiz, cumhuriyetin 100. kuruluş yılı olan 2023 yılına çok güzel işleri başarmış olarak girmek için büyük çaba içinde. İnsan da öyle. Planlarsanız ve ona uygun da çaba gösterirseniz neden başarılı olmayasınız.
> Bir zamanlar izlenen programlara imza atıyordunuz, neden bıraktınız?
> İnsanlara söylecek bir sözünüz varsa ve mesajınızı geniş kitlelere ulaştırmak istiyorsanız, bunun bir yolu da yüksek bir yere çıkarak seslenmektir. Akademik kariyerdeki her bir merhaleyi minarelerdeki şerefeler gibi düşünebilirsiniz. Ne kadar yukarıya çıkarsanız o kadar o kadar geniş çevreden duyulabilirsiniz.
Bu düşünceden hareketle, kitle iletişim araçlarının gücü ve etkisi de çocukluğumdan itibaren ilgimi çekti. Akademik yayınlarımın çoğunu da bu alanda yaptım. Medyada olmak ve bu yolla daha geniş kitlelere ulaşmak da hayat planım içinde vardı. Gazetede ilk yazım 18 yaşında iken yayınlandı. Özel televizyonlar henüz hayat geçmeden, iletişim alanında doktoraya başladım. Fakat hayatımı planlarken bir amacım da hayatla dalga geçmek ve kontrol edebilebileceğini göstermekti.
Dediğiniz doğrudur. Bir zamanlar çok ses getiren ve gündem oluşturan programlara imza attık. Ekran önünde olunca günlük hayatta göz önünde de oluyorsunuz. Baktım ki çok tanınır olmanın getirdiği riskler giderek artıyor. Siz siz olmaktan çıkıyorsunuz. Olay kontrolden çıkmadan kendimi geri çektim.
Bir iki hatıramı nakledeyim. Her gün televizyon programı yaptığımız günlerde, öğlene kadar Osmanlı Arşivleri"ne bilimsel araştırmalarım için çalışmaya gidiyor, öğleden sonra da İstanbul İletişim"de lisans üstü dersler veriyordum. Birgün baktım ki vakit erken, ders saatine biraz var, İstanbul Üniversitesinin ana giriş kapısının Vezneciler tarafında, yani Eczacılık Fakültesi"nin önüne denk gelen park alanındaki banklardan birine bir simit ve meyve suyu alarak oturdum ve kitap okumaya başladım. Tabi ben kendi işimle uğraşırken etrafla ilgilenmiyordum. Bir ara kafamı kaldırdım baktım ki, 8-10 kişi toplanmış beni seyrediyor. Yani onlara göre bu kadar tanınmış, hergün ekrana çıkan birinin bir parkta oturup simit yiyor olması ilgilerini çekmiş.
Birgün İETT otobüsüne bindim. Şoför arkamdan seslendi. “Beyefendi, sizi otobüste görmemiş olsam Osman Özsoy"sunuz derdim ama, kendisi ile bir otobüste karşılaşma imkanımız olmayacağı için sadece sizi çok ona benzettiğimi ifade edeyim” dedi. Üst üste yaşanan örneklerden sonra, “Ne oluyoruz” dedim kendi kendime. Bu işte bir yanlışlık var diye düşündüm. Baktım ki vatandaş giderek makasın açıldığını düşünüyor, yaptığınız iş sizi kontrol etmeye başlıyor, derhal ara verdim.
> Programlara tekrar başlama niyetiniz var mı?
> Ülkeyi kısa vadede zor, uzun vadede çok parlak günlerin beklediğini düşünüyorum. Zor günleri kolay atlatmasına katkıda bulunma adına sağduyu sahibi seslere ekranlarda ihtiyaç olabilir. Bu konuyu son günlerde yeniden düşünmeye başladım. Görüşmelerimiz var. Kısmet diyorum.
> Bildiğimiz kadarıyla 20 den fazla kitabınız, ödülleriniz var. Bugünlerde üzerinde çalıştığınız kitap var mı?
> Profesör olmak için gerekli yayın sayısının 3-4 katı akademik yayınımız oldu. Alanında saygın birçok yarışmada yayınlarımızla ödüller aldık. Son günlerde yoğun olarak, “Kiralık gazeteciler” başlıklı bir kitap üzerinde çalışıyorum. Tarihten bugüne kalemini menfaat karşılığında kiraya verenlerle ilgili bir makalem gazetede yayınlandığında ilgi görmüştü. Konuyu derinleştirdim ve bir kitap haline getirme konusunda son aşamaya geldim. Onu baskıya hazırlıyorum.
Bu vesile ile herkese planlı, hedefi belli olan, ona göre çaba gösteren sağlıklıklı ve mutlu bir yaşam diliyor, teşekkür ediyorum.
Haber7