Reklamcılar Derneği eski başkanı Nesteren Davutoğlu vefat eden yakın dostu Ersin Salman için kalemi eline aldı: Patron gibi olmayan patron
Reklamcılar Derneği eski başkanı Nesteren Davutoğlu, geçtiğimiz hafta aramızdan ayrılan yakın dostu reklamcı, şair, yazar Ersin Salman’ın ardından yazdı. “Şanslıyım, Ersin Salman ile bir ömür beraber çalıştım. Böyle zeki, yaratıcı, aydın, insancıl, renkli, patron gibi olmayan patron olur mu? Solculardan patron, patrondan solcu olmayanlara kapak olsun”
Reklamcı, şair, yazar Ersin Salman bir süre önce rahatsızlanarak hastaneye kaldırıldı. Tedavisi yoğun bakımda sürdürülen Ersin Salman 83 yaşında hayatını kaybetti.
Ersin Salman’ın ölümümün ardından yakın arkadaşı Reklamcılar Derneği eski başkanı Nesteren Davutoğlu, Oksijen gazetesinde sıra dışı bir yaşam öyküsünü ve yaşanmışlıkları kaleme aldı.
İşte o yazı;
Şanslıyım, Ersin Salman ile tüm bir ömür beraber çalıştım! Böyle zeki, yaratıcı, aydın, insancıl, renkli, patron gibi olmayan patron olur mu? Solcudan patron, patrondan solcu olmaz diyenlere kapak olsun
O önce yoldaşımdı, 12 Eylül öncesi, Türkiye İşçi Partisi’nde iletişim ekibinde beraber çalıştık. O günlerde ekip arkadaşı olmak, ezilenler için hak mücadelesi vermek cesaret isterdi. Birlikte toplantılar organize etmek, gerektiğinde sabahlamak, omuz omuza olmak, heyecanlı ve onurlu bir görevdi.
TRT İstanbul Televizyonu’ndan ayrılmak zorunda kaldığımda, birden Ersin’in ortağı olduğu Ajans Ada’da buldum kendimi. Aynı kol kanat gerişi, daha sonra birçok arkadaşın hayat hikayesinde gördüm.
Ersin, gönlün ne genişti ki kollarını iki yana açarak hepimizi kucakladın. Nerede hapisten yeni çıkmış bir arkadaş varsa, Ersin 100 kişilik ajansta ona uygun bir görev yaratmaya çalıştı, kendini koca bir şehirde yalnız hissetmesin diye. Rekabetçi bir sektör olan reklamcılıkta böyle bir ekip genişlemesi zordu ama sosyalist yüreğiyle “patron” bu dengeyi kurmaya istekliydi. Başardı da.
Özel bir insandı. Bir topluluğa girdiğinde, çok kısa sürede parlar, tartışılanları nazikçe doğru eksene oturtur, ortaklaşma sağlardı. Sanki başının üstünde yıldızlar vardı, ışık alıp yansıtırdı, aydınlanırdık. Partide başlayan ekip arkadaşlığımız, hayatın her alanında itişe kakışa da olsa uzun yıllar çok yakın dost olmamızla gelişip pekişti. Birlikte meyhane masaları, eğlenceler, aile görüşmeleri, tatiller, sohbet, muhabbet, birbirini kovaladı. Bu özel insanın ailesi mi sevgi doluydu, anası babası mı yetenekliydi, çocukluk ortamı mı çok renkliydi, bilmem.
Ersin Salman, Mikis Theodorakis, Aziz Nesin, Zülfü Livaneli, Zeynep Oral
MESLEĞE MANAJANS VE ELİ ACIMAN’LA BAŞLADI
Ersin Salman, 4 Şubat 1941'de Ankara’da doğmuş, devlet memuru bir baba, İş Bankası’nda çalışan bir annenin çocuğu. Baba erken vefat ettiği için kız kardeşine de neredeyse babalık yapmış. İlkokula Erzurum’da başlayıp İzmir’de bitirmiş, orta ve liseyi 17 kadar çeşitli okulda yatılı-gündüzlü öğrencilik yaparak tamamlamış. Sayı biraz fazla mı? E insan kabına sığamayınca, aklı her türlü yaratıcılıkta olunca böyle olmuş işte.
Formel eğitim yerine, hayatın kendisiyle eğitilerek sonunda Ankara Ticaret Lisesi’nden mezun olmuş. Sonra da Ankara İktisadi Ticari İlimler Akademisi’ni bitirmiş. Üniversitede okurken çeşitli işlerde de çalışmış, kabına sığmaz ya, finansal özgürlüğünü de bir an önce ele geçirmek için muhasebecilikten tut, Milli Piyango İdaresi’nde çalışmaya kadar, birkaç karpuzu bir koltuğa sığdırmış işte. Daha üniversite öğrencisiyken evlenip 24 yaşında baba olmuş. Sonra TRT yılları. Rastlantıya bakın, hem son bitirdiğimiz okul, hem ilk işimiz aynı.
Bir benzerlik daha var ya da bunu ben kuruyorum. TRT’de geniş halk kitlelerine hitap eden programlar üretip izletmek çabasıyla, reklamcılıkta hedef kitlelere markalara ilişkin mesaj vermenin, benzer yanları olduğunu düşünürdüm. Belki de 12 Eylül’de cunta yönetimi sırasında, birden kendimi TRT dışında yepyeni bir alanda, reklamcılığın tam ortasında buluşumu rasyonalize etmek için, benim uydurduğum bir şeydir!
Reklam sektörünün en saygın ajansı Manajans’ta işe başlamış Ersin. O da mesleğe başlarken benim gibi şanslıymış, en büyük usta ile çalışarak başlamış reklamcılığa. Sayın Eli Acıman ayrı bir efsanedir, hocaların hocasıdır, ekollerin ekolüdür. Biz onu Ersin’in yaptığı “Paşam” diye başlayan Acıman taklitleriyle tanıdık.
Orada geçirdiği verimli yıllarda, Manajans’ın kıdemlileri Ege Ernart, Ferit Edgü ile kurulmuş ekipte, daha kimler yok kimler. Gelecekte reklam sektörünü yönlendirecek insanlar bir arada; Hasan Parkan, Nazar Büyüm, İzmir Tolga, Hulki Aktunç, Haluk Mesci, Zafer Ataylan...
Çetin sektör koşullarında çalışırken bir dayanışma içinde yakınlaşıyorlar, ortak yönleri var.
Dünya görüşleri benzer, insanlık için tasavvur ettikleri gelecek benzer. Doğru ve güzel Türkçeye düşkünlükleri, dil kullanmaktaki becerileri ve farklılaşan, ayrışan işler üretme istekleri benzer.
Çok geçmeden Ersin kafa dengi, parlak arkadaşlarıyla birlikte, kendi ajanslarını kurma yolculuğuna yelken açıyor. Tam da onlardan beklenecek bir inisiyatif.
Ersin Salman, 1975 yılında üç ortağıyla birlikte Ajans Ada’yı kurmuş. Nazar Büyüm, Zafer Ataylan, Hasan Parkan ve Ersin, ajansın adı ne olacak diye tartışırken Nazar, derinlemesine bir anlam taşıyan ve durumlarını da açıkça tanımlayan Ajans Ada ismini ortaya atıyor. “Ada’nın ad kısmı advertising, yani reklam, A’sı da agency yani ajans.
Ada, reklam ajansı sözcüklerinin İngilizcesinin kısaltılmış hali. Buraya kadar tamam, ama asıl diğer anlamı bu dörtlüyü anlatıyor. Ada, fırtınalı denizde sığınacak bir liman. Ya da korunaklı limanları olan bir sığınak. Bununla aynı zamanda, kendilerini de reklam dünyasından ayırıyor, bir ada oluyorlardı.” (Reklamın Sokak Çocuğu, Ersin Salman’ın Yaşam Öyküsü, Kemal Sezer)
Ve sektöre yeni gelen Ajans Ada ile birlikte reklamın çehresi değişmeye başlıyor. Reklamın ruhu olabileceğini, reklamın yalnız söyledikleriyle değil, söyleniş biçimiyle de insanları etkileyebileceğini gösteriyor yeni kurulan Ajans Ada.
1 Nisan (şaka gibi!) 1975'de başlayan bu yolculuk, fırtınalı denizde kurucularının yetenekleri ve iddialarıyla, başarı üzerine başarı kazanarak uzuuun yıllar tarih yazıyor.
Örnekler mi? Shaub Lorenz için sanatçı Bilge Zobu ile yaratılan karakterin “Benim televizyonum iyidir” diyen, diğer marka televizyon sahiplerinin sinirini bozarak ayrışan, rekabetçi, mizahi kampanyalar... (Ben Shaub Lorenz’in çömez müşteri temsilcisiydim.)
Merbolin Boya için “Usta Boyacı” konumlamasıyla ayrışan cümbüşlü müzikal filmler, Dinarsu Halıları için duvardan duvara halı kaplama yeniliğini tanıtan, müzikal formunda, balerin ve baletlerin rol aldığı “Halıya mı basıyor, denize mi ayağım?” diyen koreografik film...
Ersin Salman, reklam sektörünün duayenleri Eli Acıman ve İzidor Baruh’la...
Şundan da söz etmeliyim; Jill Çorapları için yapılmış olan ve bugün reklamcılık bölümlerinde “İyi reklam, kötü malı çabuk batırır” çıkarsamasının temelini oluşturan, Halit Kıvançlı unutulmaz Jill kampanyası. “Atın, atın eskimiş çoraplarınızı atın. Atamazsanız paspas yapın”... derseniz ve aldığınız çorap daha giyerken kaçarsa, reklamverenin özgüvenli brief’ine inanarak yapılmış filmin mesajı, ters teper.
‘BİRA BU KAPAĞIN ALTINDADIR!’
Pekiyi... “Bira hangi kapağın altındaydı?” Ajans Ada ile beraberliği 9 yıl sürecek olan Efes Pilsen markasının başarılı reklam yolculuğunun özetinin özetini paylaşayım. Markanın yeni bir stratejiye, konumlamaya gereksinimi var. Brief ise önemli bir ürün farklılaştırması taşımıyor. Yaratıcı çalışma sonunda şöyle bir yere geliniyor, o dönem çok meşhur olan kapak altı promosyonlarına nazire bir konumlama ile; Ajans Ada “Bira, bu kapağın altındadır!” diyor. Yani o hediye bu hediye değil, gerçek biradır bu kapağın altındaki! Ve Türkiye’nin en uzun ömürlü, en çok bilinen sloganlarından biri böyle doğuyor. Nasıl ki rakıcılar, şarapçılar var, biz de bir biracı tipi yaratalım diyorlar... Kim bu biracılar? Öyle tipler olmalı ki izleyene sempatik gelsin, züppe tipler olmasın, halkın içinden derken dibe de vurmasın. Ve biracılar seviliyor, kampanya müthiş bir satış patlamasıyla Efes Pilsen’i liderliğe götürüyor...
Reklamcılık böyle sert bir meslek işte! Ben de Ersin Salman’dan öğrendiğim bu ilginç meslek deneyimlerimi, yaşadıklarımı içeren kitapta şöyle yazmışım;
(Ada’da Zaman, Bir Reklamcının Biriktirdikleri ‘82-’92, Nesteren Davutoğlu)
“Hayatın kendisi büyük bir kampanya. Oyun oynuyoruz. Hayaller kuruyoruz. Kimlikten kimliğe geçiyoruz. Koşuyoruz. Durursak düşeriz.
Reklamcılık işte.
Bizim gördüklerimiz, göstermek istediklerimiz, nereden baktığımız. Asıl oğlanlar, başrol kızları, olgun erkekler. Kahramanlar, kaybedenler, kazananlar.
Reklam; pazarlama iletişimi. O zaman nasıl tanımlıyordum ki? Söz, şiir, resim, sinema, müzik, türlü iletişim biçimi kullanıyoruz. Ne zenginlik!
İnsan ilişkileri, sosyoloji, psikoloji, pazarlama, istatistik, ekonomi. (Şizofreni!)
Hedef kitlesi için ürün ve hizmetlerle ilgili bilgi. Ürünü marka yapan ticari iletişim. Seçme özgürlüğü. Rekabet.”
Sevgili Ersin’im, keşke beklenmedik biçimde birden ölmeseydin de ben de seninle ilgili bir yazıyı, bir gece başlayıp sabaha yayına yetiştirmek zorunda kalmasaydım! Yaptığımız işin birkaç örneğini daha özenli anlatmak isterdim. Rekabetçi konumlamanın hayatla bağını iyi aktarabilseydim keşke. Ve bir işin senin süzgecinden geçmesinin lezzetini, parlaklığını iyi anlatabilecek gibi kurabilseydim yazıyı.
Haydi şunu bir oku da düzeltmeler yap...
Ersin Salman, eğlenerek çalışmak kavramının cana gelmiş halidir!
Mutlu bir ortamda, dost diyebileceklerinle birlikte, eğlenerek üretmenin ne kadar pozitif sonuçlar doğurduğunu deneyimledik, gördük. Ayağının altında bir muz kabuğu olduğu kaygısını duymadan, güvenilir bir ortamda gerilmeden, işi olması gerekenden daha fazla ciddiye de almadan, sular seller gibi çalışmak ne hoştur! Ersin’in bunu sağlamış olması o kadar önemli ki. İş dünyasında her yöneticinin bu ortamı çalışanlarına sağlaması, başlı başına önemli bir hedef gibi geliyor bana.
Evet çalışmak zorundayız ama güven içinde ve eğlenerek çalışabiliyorsak, mutluluk katsayısı ve verim artıyor kuşkusuz. İş görüşmesine gelmiş adayı tanımak için ona diplomasını, tecrübesini değil, hangi kitapları okuduğunu, en sevdiği yazarları, izlediği filmleri soran patronlardan olmak istemez misiniz?
Ajans Ada’da hepimiz böyle yaşadık, uzun çalışma saatlerinde onun şaşırtıcı şakalarıyla renklenirdi hayatımız. Ben bir toplantıdayım, karşımda banka müşterimizin üst yöneticisi oturuyor, toplantı odasının kapısı açık. Olanca ciddiyetimle sunum yapıyorum. Ve ne göreyim? Ersin Salman, açık kapının önünden yerde emekleyerek bir o yana bir bu yana geçiyor, bana selam veriyor. Ciddiyetimi bozmamalıyım. Ersin’in başında ona yaş gününde aldığım yeşil seramik çanak var, baret gibi giymiş kaşlarına kadar.
Bir süre sonra istifini bozmadan veda edip ayrılıyor. Neden? O an canı öyle istemiş, içindeki çocuk öyle istemiş, o ne yapsın içinden bu gelmiş.
Pekiyi, başka bir gün bir tiyatro dekorundan bir mankenin kolunu alıp, toplantı odasındaki dolabın içine yay sistemiyle yerleştirmiş. Bizim sunum bittikten sonra tam müşteri görüşlerini söyleyecek, kapak açılıyor, kesik kol sarkıyor, Ersin; “Sizden önceki toplantıda kampanyayı beğenmeyen müşterimizden artakalanlar...” Ne yaramaz şeydin sen Ersin Salman...
Ersin’in sürprizleriyle dolu komik çalışma günlerimiz kimi zaman akşam eğlenceleriyle taçlanırdı. Kalabalık gruplarla gittiğimiz yemeklerde hesabı bölüşmek istememize kızar, izin vermezdi. Bir keresinde Ece Bar’da aramızda gizlice topladığımız parayı konfeti gibi havaya saçmıştı, hesabı ille o ödemeliydi. Bu şakadan hoşlandığımı söyleyemem doğrusu ama bir yerde Ersin varsa hesabı ödeyen de o olmalıydı. Biraz baskınızdır... Bonkörlüğüne örnek, İstanbul’u yoğun kar kapladığı ve evlere dönmekte zorlandığımız bir gece, 120 adet rengarenk kar botu gelmişti masalarımıza. Doğum günlerini, acıları, tatlıları dostça paylaşırdı; bir aile gibiydik ve tuhaftır Ajans Adalılar hala görüşür, o ruhu taşırlar.
İletişimciyiz ya, Türkiye’de yaşanan ne kadar antidemokratik olay varsa, ne kadar hak sömürüsü varsa, Ersin onlara iletişim yoluyla karşı söylem yaratılmasına destek verirdi. İlgili sivil toplum örgütleriyle birlikte, tabii ki ücretsiz olarak Ajans Ada kampanyaları, filmleri, basın ilanları üretirdik.
Sanırım gurur duyacağımız işlerden biri, tüm Türkiye’yi saran, ses getiren, değişim için kitleleri harekete geçiren “Aydınlık için bir dakika karanlık” kampanyasıydı, binlerce hanenin katıldığı, aynı dakikada ev ışıklarının söndürülüp yakılması eylemiydi. Kasabaların, şehirlerin tek bir sese dönüşerek faşizme hayır dediği, ülkeyi yönetenlere seslerini, itirazlarını duyurdukları bu eylem, gerektiğinde tekrarlanarak günümüze kadar ulaştı.
Maçlarda, kalabalık ortamlarda kaynana zırıltısı adını taşıyan gürültü çıkarıcı oyuncaklarla kitlelerin protesto gösterileri tasarımı da, bir Ersin Salman yapımıydı.
Susurluk rezaleti; bir tam sayfa ilanda birbirine çarpan iki aracın torpido gözünden fırlayan ağır silahlar ve yan yana gelmeleri hiç doğal olmayan ünlü siyasetçiler, aşiret ve mafya liderlerinin birlikte fotoğrafı. Artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını, çünkü Susurluk’da yaşanmış kazanın bu kirli iş birliğini gözler önüne serdiği anlatılıyor. Reklam denilemeyecek bu iletişim kurguları, Ajans Ada’da gazeteci, aydın, sivil toplumcu dostların katılımıyla, saatlerce süren “brief” tartışmaları ve çalışmalarla üretiliyor.
Ne mutlu ki bu çalışmalarda Ersin’in yanındaydım. Bir kum tanesi katkımız olmuştur elbet.
Ersin Salman
ERSİN ŞAİRDİ, NE YAPTIYSA İYİSİNİ YAPTI
Bu renkli insanın üç çocuğu var, Uğraş, Boran ve Ceren. Üçü de yaratıcıklarını babalarından almış.
Hem benim, hem kızımın çok yakın arkadaşı onlar, eğlenceli, dolu, ilerici genç insanlar.
Ersin’in kız kardeşi sevgili İnci ve onun oğlu Ozan ve babası Tuncer de kuşkusuz Ersin ekürisinin sağlam payandalarından. İnci bir ömür kollamıştır Ersin’i, kenetlenmiş iki kardeştiler. Güzel Hande’mizden söz etmeliyim, tam bir hayat arkadaşı. Ersin kadar değerli, belirleyici, çok yönlü bir babanın çocukları olmak da kolay değildi, doğrusu iyi iş başardılar...
Ersin şairdi, bu zenginlikle olunmaz mı? Ajans çalışanlarıyla paylaştığı yazışmalarla anlamlandırırdı kayıplarımızı, sevinçlerimizi. Yazışmalar, Kavafis’in, Brecht’in, Borges’in, Edip Can Sever’in şiirleriyle bütünleşirdi.
Misafir Terlikleri adını vermişti kendi yazdığı şiirlerinin yayınlandığı kitaba. Ersin daktiloyla, mikrofonla, kamerayla, bilgisayarla, yazarak, çekerek, çizerek sesler ve görüntülerle örerek hayatı anlatırdı bizlere.
Ersin ve Nazar, reklamcılığa doyduklarında kendilerine daha çok zaman ayırmak için ajansın başına benim geçmemi önerdiler. Önermekle kalmayıp beni hem hisse, hem odamı 1000 karanfille donatarak onurlandırdılar. Onların izinde; tüm arkadaşlarımın severek, eğlenerek çalışmaları, kendilerini güvende hissetmeleri, benim için temel hedef oldu. Yabancı ortakla birleşip Lowe adını alan çatıda, ustam Ersin’den ne öğrendiysem onu yaptım! Yapmaya çalıştım denir ona. Sorumlu, dürüst reklamcılığın kurumsallaşması Ersin Salman için önemliydi, Reklamcılar Derneği’nin ilk başkanlarındandı, yaratıcılığı teşvik etmek amacıyla oluşturulan, şimdi gelenekselleşmiş Kristal Elma yarışması fikrinin öncülerindendi. Ne yaptıysa iyi yaptı, keşke ölmeseydi. Solcudan patron, patrondan solcu olur mu diyenlere kapak olsun. Değişen dünya eşitlik istiyor. Şimdi ondan başka kim her
8 Mart’ta tüm kadın arkadaşların masasına karanfil bırakacak...
patronlardunyasi.com